25 Mayıs 2009 Pazartesi

Pentax'la canım Pentax'la

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Hafta başında yeni makinemi aldıktan sonra haftasonu'nu iple çektim! Arada bir sürü deneme çekimi de yaptım, fakat evde kapalı ortamda çektiğim resimler son derece sıkıcı oluyordu. Bir gece Otağtepe'ye fotoğraf çekmek için gittim fakat tripod ile içeri girmeye kalktığımda benden giriş ücreti olarak 200YTL istediler.

Belki başka bir gün bu ücreti ödeyebilirim. Çünkü verilen para Tema vakfına bağış olarak gidiyor. Ülkemizde yeşil korumak ve arttırmak adına çalışan bu vakıfa aslında daha çok ilgi gösterip bağış yapmamız lazım.

Haftasonu geldiğinde ise yeşilin bol olduğu başka bir yeredeydik. Sarıyer'in kuzeyinde, Koç Üniversitesinin ilerisinde ufak bir balıkçı köyü olan Garipçe'ye kahvaltı etmeye gittik.



Garipçe eskiden çok daha sessiz ve sakin bir yermiş. Biz gittiğimizde sahil kenarındaki restoranlar doluydu. Yine de deniz kenarında bir masa bulup kahvaltı edebildik.

Kahvaltı biter bitmez ise hemen Seyhan ile birlikte çekimlere başladık. Yeni makinemin neler yapabileceğini merak ediyordum. İlk adım renkleri kontrol etmekti:



Görüldüğü gibi teknenin, bayrağın ve çevrenin renkleri son derece canlı ve net çıkmış durumda. Ayrıca yüzde yüz yaklaşıldığında bile netlik ve renklerde kayıp yok denecek kadar az.



Benim bu fotoğrafa etkim aslında hiç olmadı. Sadece makineyi P moduna ayarladım, kadrajı ayarladım ve düğmeye bastım. Her ne kadar makinenin herşeyi kendi ayarlaması bir çok fotoğrafçı için mantıksız gözükse de, bu makinede durum biraz değişik. Pentax k20d'nin P modunda hangi kriterlere göre karar vermesini istediğinizi belirtebiliyorsunuz.

Kullandığım lens Pentax SMC DA 18-250mm f/3.5-6.3. Bu lensin içinde kendi MTF veri tablosu mevcut (MTF'nin ne manaya geldiğini hatırlamak için iki önceki yazıma bakabilirsiniz). MTF tablosu ile birlikte, herhangi bir andaki odak uzunluğu bilgisi de lens üzerinden gövdeye aktarılıyor. Eğer makineninizin P modu ayarını MTF öncelikli ayara alırsanız, her odak uzunluğu için en net aperatür değerini makineniz otomatikman seçiyor.

Daha basit anlatmam gerekirse: P modunda lens mümkün olan en net aperatür değerinde çalışıyor. Tabii ki bu değere müdahele etmek de elinizde arka tekerlek ile aperatürü, ön tekerlek ile de enstantane hızını değiştirebiliyorsunuz.

İsterseniz ISO değerini de otomatiğe bağlayabiliyorsunuz. Auto ISO konumunda hangi değerler arasında ISO değerini seçmek istediğinizi belirtebiliyorsunuz. Bu sayede aşırı karlanma durumundan kurtulmuş oluyorsunuz. Ben makinemi ISO 100-800 aralığında oto'ya ayarladım. Bu sayede ışık olduğu sürece ISO 100'de kalan makinem, ışık azaldığında önce ISO yu kısıyor, eğer o da yetmezse anca o zaman enstantane değerini düşürmeye başlıyor.

Kısacası, makine sizin belirttiğiniz kriterleri kullanarak sizin alacağınız kararları otomatikman alabiliyor. Bunun neresi fotoğrafçılık demeyin. Kriterlerin kontrolü sizin elinizde. Biraz kullandıktan sonra farkedeceksiniz ki sizde olsanız aynı değerler ile fotoğraf çekerdiniz. Örneğin yukarıdaki fotoğraf 23mm odak için f/5 aperatür ile ISO 100'de 1/500s enstantane ile çekilmiş. Ben de seçsem zaten bu değerleri seçerdim.

Bu fotoğrafı çektikten hemen sonra, 18-250 lensin uzak ucunu denemeye karar verdim. Balıkçı köylerinin daimi sakinleri Garipçe'de de oldukça fazlaydı. Martılardan bahsediyorum. Garipçe martıları bana, yeni lensimin telefoto ucunu kullanabileceğim güzel pozlar veriyorlardı.



Önce bu fotoğrafın çekim değerlerini belirtmek istiyorum. 220mm odak uzunluğunda, f/8 aperatür değeriyle, 1/1000s enstantane ile çekilmiş bu fotoğrafın ISO değeri 200. ISO değerinin 200 olmasının sebebi, makinenin d-range seçeneğinin aktive edilmesinden dolayı kaynaklanıyor. Makinenin ISO menüsünden aktif hale getirebileceğimiz bu değer sayesinde, sert ışıkta bile aydınlıkta kalan noktaların detaylarını kolay kolay kaybetmiyoruz. Fakat bunun için ISO 100 değerinden feragat etmemiz gerekiyor.

Ben fotoğrafı çekerken güneş acımasızca parlıyordu. Pozlama telafisi kullanıp daha düşük pozlama değeri ile çekseydim, martı karanlık kalacaktı. D-Range sayesinde güneşin parlayıp beyaz yansıma oluşturduğu çoğu noktanın detaylarını korurken, gölgelerden de feragat etmemiş oldum.

Sahil kenarında çektiğimiz fotoğraflardan sonra, Garipçe'nin yukarısında kalan surlara doğru bir yürüyüş gerçekleştirdik. Yukarı çıktığımızda şahane bir manzara ile karşılaştık.





Bu panoramik görüntü düşük çözünürlükte bir kopya. Asıl dosya çok daha büyük ve 10 adet dik fotoğrafın birleşiminden elde edildi. Yaklaşık 270 derecelik bir görüş alanında hem Boğaz'ın Karadeniz girişini, hem de Garipçe'yi aynı anda görebiliyorsunuz. Bu çekimde eskiden çektiğim panoramaların aksine M modu yerine P modunu kullandım. Amacım RAW karelerin ışığıyla ne miktarda oynayabileceğimi, ışıkları eşitlemek için ne kadar uğraşmam gerektiğini görebilmekti.

Pentax kameraların iki adet RAW seçeneği var. Biri Pentax'a ait olan PEF uzantıl dosyalar. Öbürü ise Adobe'nin piyasa standardı DNG (Digital Negative) dosyası. DNG seçeneğinin olması çok hoşuma gitti. Diğer kameraların dosya formatları karışık olabiliyor. Örneğin Canon makineler .CR2 uzantılı dosyalar kaydetse de her CR2 uzantılı dosyanın yapısı aynı olmuyor. Örneğin 400d ile birlikte gelen Digital Photo Professional yazılımı, 50d ile kaydedilmiş CR2 dosyalarını açmıyor. DNG de versiyon uyumu sorununuz yok. Şimdi de gelecekte de DNG dosyalarını her zaman okuyabileceğiniz Adobe programları olacak. Fakat bundan 10 sene sonra Canon Eos 350D ile çekilmiş RAW fotoğraflarınıa bakmak istediğinizde belki de yazılımınızın bu eski formatı desteklemediğini göreceksiniz.

Pentax makinesinin RAW seçeneklerinin arasında DNG'yi eklemekle çok güzel bir iş yapmış olsa da, makine ile birlikte gelen yazılım malesef çok kullanışsız. DPP'ye alıştıktan sonra resmen kullanamadım Pentax Photo Laboratory'yi. O yüzden Adobe Bridge kullanmaya başladım. Tüm Pentax kullanıcılarına tavsiye ederim. Bir yerden bir şekilde Adobe Photoshop CS4 edinme şansınız varsa edinin. Gördüğüm en başarılı RAW işleme programı diyebilirim.

Garipçeden sonra Dalya sahiline gittik. Sahilde pek işimiz olmadı, direkt dağa taşa çıktık. Oradan da bir panoramik çekim yaptım.





Bu seferki 360 derece. İki panoramik görünüden de görebileceğiniz gibi ışık konusunda pek zorlanmadım. Fakat bunun sebebi Hugin yazılımının ışık geçişlerini çok iyi ayarlayabilmesi. Pentax makinede ışk ölçümü konusunda dikkatli davranmak gerekiyor.Açıkçası ben makinenin ölçtüğü ışık değerlerini genel olarar 1 tam durağa yakın düşük buldum. Pozlama telafisi +1'de çektiğim fotoğraflar genel olarak daha canlı ve parlak çıkıyorlardı.

Bir başka dikkat edilmesi gereken husus ise nereyi pozladığını bilmekti. Bir çok durumda ortalama ışık değeri ölçümü yerine nokta(spot) ölçüm yaparak daha başarılı sonuçlar elde ettim.

Fotoğraf çekerken ışık ile oynamak çok zevkli. Özellikle güzel bir modeliniz ve uygun coğrafyanız da olunca çok güzel çalışmalar çıkartabiliyorsunuz.



Bu fotoğrafta pozlamayı nokta ölçüme ayarlayıp güneşi pozladım. sonra AE-L tuşuna basarak pozlama değerini kitleyip, Selin'i güneşin önüne alıp bu şekilde fotoğrafı çektim. 22mm odak uzunluğu, f/7.1 aperatür değeri, 1/3200s enstantane değeri ve ISO 100'ile çekilen bu fotoğrafta, Selin nerdeyse tamamen karanlık çıktı. Sonradan RAW'dan çevirirken gölgeleri biraz daha karartarak tam silüet elde ettim. Son derece hoş bir fotoğraf oldu ve şu anda masaüstü arkaplanımı süslemekte.

Tepelerden sahile geri dönerken, bulunduğumuz bölgede bir çok kelebek olduğunu gördük. Lensimin az da olsa makro olanağının olduğunu bildiğimden hemen bu kelebeklerin fotoğraflarını çekmeye başladım.



Makro çekim, ufak objelere olabildiği kadar çok yaklaşıp, btün detayları ile çekme sanatına deniyor. Makro etiketli lensleri gerçekten objelere çok yaklaştırıp kullanabiliyorsunuz. Normal günlük kullanım lenslerinin minimum odak uzaklığı 30-40 cm iken, makro lenslerde objenizin dibine kadar girebiliyorsunuz.

Daha makro konusunda çoook acemi olmama rağmen bazı şeyleri öğrenme fırsatı buldum. Öncelikle makinemin herhalde kullanmam dediğim Live-view modunu kullanmanın neden gerektiğini anladım. Benim lensimin minimum odak uzunluğu 42cm. 250mm odak uzunluğuna getirdiğimde f/8 aperatür için alan derinliğim 0.4mm!! Bu dar alan derinliğini autofocus ile yakalamak gerçekten çok zor. Vizörden baktığınızda gördüğünüz görüntü ise netlik konusunda çok yardımcı olmuyor.

Yani kısacası manual odaklama yapmak gerekiyor ve bu odaklamayı da vizörden değil, Liveview ekranından yapmanız gerekiyor. Liveview ekranı, seçtiğiniz ayarlara göre diyaframı kısar ve alan derinliğini tam olarak görmenizi sağlar. Ayrıca Liveview açık iken dijital olarak fotoğrafa yakınlaşabilirsiniz. Her ne kadar bu yakınlaşma çok net olmasa da, odaklamanın olup olmadığı konusunda size genel bir fikir verecek kadar detaylıdır.

Bu noktadan odaklamayı hallettiğinizde geriye bir tek deklanşöre basmak kalıyor. Otofokus'da iyi sonuçlar veriyor. Fakat gördüğüm kadarıyla manual kadar net olmuyor.

Dalya gezimizi bitirdikten ve bir çok fotoğraf çektikten sonra, Uzunya'ya geçtik.





Bu manzara eşliğinde balığımızı yedik, rakımız içtik ve evimize döndük. Gezinin diğer fotoğrafları için bu bağlantıdan faydalanabilirsiniz.

Sonuç olarak yeni makineme alışmaya başladım. Bu haftasonu çektiğim fotoğraflar gelecekte çekeceğim güzel fotoğrafların da habercisi. Bu hafta Suriye'de olacağım. Haftaya görüşmek üzere.

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Kral öldü yaşasın kral!

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Sonuda uzun bekleyişim sona erdi. Artık yeni bir fotoğraf makinem var. 8 ay boyunca kullandığım (ve çok memnun kaldığım) Canon Eos 400d'me veda ettim ve artık bir Pentax k20d'ye sahibim!!

Canon'dan sonra niye Pentax'a geçtin sorusunu çevremden sıkça duyuyorum. Öncelikle şunu açığa kavuşturalım: Pentax iyi bir marka. Canon veya Nikon kadar çok bilinen bir marka olmayabilir. Ama senelerdir fotoğrafçılık sektörünün içinde bulunan bir marka. O yüzden marka konusunda herhangi bir tereddüt yaşamadığımı belirtmek isterim.



Daha güzel bir soru şu şekilde olabilirdi. Niye fotoğraf makineni değiştirme ihtiyacı hissettin. Aslında başlangıçta amacım fotoğraf makinemi değiştirmek değildi. Yeni ekipman alma isteğim aslında yeni objektif alma isteği ile doğdu. Canon makinemde normalde 18-55 lens takılı dururdu. Bu lens ile bir çok pozu yakalayabiliyordum. Fakat bazı durumlarda 55mm odak uzaklığı yetersiz kalıyordu. Her ne kadar bu durumlar için 75-300 lensim olsa da, 18-55'i çıkarıp 75-300'ü takıp sonra fotoğraf çekme işlemini gerçekleştirmek bana angarya gibi geliyordu. Zaten fotoğraf makinesini ilk aldığım zamanlar bol bol lens değiştirmiş olsam da, artık her pozu görünce lens değiştirmek angarya geldiği için pozları çekmemeye başlamıştım.



Ayrıca sürekli lens değiştirmenin başka bir dezavantajı daha vardı: Sensöre toz kaçıyordu!! Bunun önemini farkettikten sonra gerçetken çekmem gereken bir poz olmadığı sürece lens değiştirmemeye başladım. Temiz stüdyo ortamında lens değşitirmek sorun değildi. Ama tozlu veya nemli ortamlarda lens değiştirmek ciddi bir sorundu.

Başka bir sorun da titremeydi. Işık yeterli iken yüksek enstantane değerlerinde rahatça çalışmak mümkün olsa da, ışığın az olduğu ortamlara girdiğimde görüntü sabitleyici, titreşim engelleyici bir sistemin eksikliğini çekiyordum. Sadece az ışıklı ortamlarda fotoğraf çekebilmek için kendime 50mm f/1.8 lens almıştım ve bunu da sürekli değiştirmem gerekiyordu.

Sonuç olarak bana gezerken kullanabileceğim, ikide bir değiştirmek zorunda kalmayacağım, hem az ışıkta hem düzgün ışıkta kullanabileceğim, beni üzmeyecek, geniş odak uzunluğu aralıklı ve görüntü sabitleyicili bir lens lazımdı!

Piyasada makinemle uyumlu ve bu kriterleri sağlayabilecek 3 adet lens mevcuttu:



Canon EF-S 18-200 f/3.5-5.6 IS


Sigma 18-200mm f/3.5-6.3 DC OS HSM


Tamron 18-270mm f/3.5-6.3 Di II VC LD Aspherical IF Macro AF

Bu lensler ile ilgili internette varolan bir çok incelemeyi okuduktan ve MTF tablolarını karşılaştırdıktan sonra şu kararı aldım: Tamron 18-270 VC benim istediğim lens.

Fiyat olarak baktığımda Sigma'nın ürünü daha ucuz olmasına rağmen, Tamron gerek kalite, gerekse odak uzunluğu bakımından öndeydi. Netlik değerleri açısından Canon ile başabaştı ve fiyatı Canon'a göre daha uygundu.

İşte olay bu noktadan itibaren dönmeye başladı. Piyasada Canon'un modelleri zaman zamand eğişik tip "kit" lensler ile birlikte geliyor. Yani lensi fotoğraf makinesi ile birlikte aldığınızda lens normalden daha ucuza geliyor. İçime düşen kurt ise şuydu. Eğer Canon 18-200'ü kit olarak alabileceğim bir Canon fotoğraf makinesi modeli varsa, hem fotoğraf makinemi değiştirir hem de yeni lens sahibi olabilirdim. Elimdeki makineyi de satacağımı düşünüsek, toplamda sadece cebimden bir lens fiyatı çıkarıp, gövdeyi de yükseltebilirdim!!

Hemen Canon orta seviye modellerine bakmaya başladım. Eos 40d ve Eos 50d mevcuttu. Eos 50d yeni bir modeldi ve pahalıydı. 18-200 kit lensli versiyonları da vardı, fakat benim bütçem için zorlayıcıydı. Hem Eos 40d'de süper bir makineydi. Fakat maalesef Eos 40d'in 18-200 lensli bir takımı bulunmamaktaydı.



Bir çok inceleme okudutan sonra karar verdim. Önce Tamron lens alacaktım. Ne de olsa canon uyumlu olacağından dolayı ileride 40d'ye (veya 50d'ye) terfi ettiğimde lensi kullanmaya devam edebilecektim. Bu kararı tamamen içime sindirmiştim. Harekete geçme vakti gelmişti....

.....ve Derin bebek doğdu.

Derin, çok sevdiğimiz arkadaşımız Burcu'nun yeğeni. Burcu'yu, ağabeyi Barış'ı ve eşi Ece'yi doğumdan sonraki gün hastanede ziyarete gittik. Onlar da daha yeni bir D-SLR makine almışlardı. Modeli Samsung GX-20 idi. Üzerinde de 18-250 f/3.5-6.3 bir lens vardı. O anda kafamda bir ışık parladı. Ben elimdeki makineyi aslında daha önce görmüştüm!!



Samsung GX-20, Pentax k20d'nin ikizi. K20d'nin içerisindeki 14.6mp'lik sensör Samsung tarafından üretiliyor. Karşılığında ise lisans anlaşması sayesinde Samsung, aynı gövdeyi kullanıyor. Gövdenin bir özelliği var ki, benim yukarıda 3 adet lens ile yaptığım sınırlamayı tamamen ortadan kaldırıyor.

In-Body Shake Reduction!

Yani gövde içi titreşim azaltma. Canon ve Nikon, titreşim engelleme işini lenslerin işi olarak görse de, Pentax, Sony ve Olympus makinelerin yeni modellerinde titreşim engelleme işini gövde hallediyor. Sensöre bağlı mikromotorlar sayesinde görüntüde oluşan titremeler engellenmiş oluyor. Testler de gösteriyor ki gövde içi titreşim azaltma sistemleri ile lens içi titreşim azaltma sistemleri arasında performans farkı yok denecek kadar az.

Bu durumda titreşim engelleyecili lens alacağıma, titreşim engelleyicili bir makine gövdesi aldığımda, lens fiyatından ciddi bir tasarruf sağlama şansım vardı. Ayrıca ileride alacağım bütün lensler de otomatikman bu özellikten faydalanabilecekti.

Bu yeni olaslığın ışığında incelemelere bakmaya geri döndüm. Pentax k20d gövde ve Pentax 18-250 f/2.5-6.3 lens işimi görecek gibi duruyordu. Fiyat olarak ise bu ikiliyi almak oldukça uygundu. O kadar uygundu ki, elimdeki 400d'yi satıp bunu aldıktan sonra cebimden çıkacak olan net para, Tamron 18-270VC'den daha azdı.

Ben de aldım :)



Artık elimde 14.6mp, Gövde içi titreşim engelleyicili, geniş odak uzunluğu aralıklı süper bir setim var. Bir sonraki yazıda ayrıntılı k20d incelemesi yapacağım. Şimdi sizi yeni makinem ile çektiğim bir kaç fotoğraf ile başbaşa bırakıyorum.













Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

15 Mayıs 2009 Cuma

Bekliyorum.Net

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Yeni fotoğraf makinemin gelmesine artık sayılı saatler kaldı. Eve-Online'da ilk Battleship'imi aldığım zaman bile bu kadar heyecanlanmamıştım. Bayağı araştırdım almadan önce. Kağıt üzerinde verdiğim paranın tam karşılığı gibi duruyor k20d. Forumlardan okuduğum yorumlar da aynısını söylüyor. Ama asıl kararı tabii kullanmaya başladıktan sonra vereceğim. Siz de k20d incelemem için başka yazıyı beklemek zorunda kalacaksınız.

Fakat komik bir durum var! Sanırım benim 400d pabucunun dama atılacağını farketti. Daha önce çekmediği kadar net fotoğraflar çekme başladı. Daha geçen pazar günü nargilede Selin benim bir fotoğrafımı çekti ki herhalde makinemin bu güne kadar çektiği en net fotoğraftı.



Fotoğraf 50mm f/1.8 II lens ile çekildi. ISO-200, Aperatür f/2.5 ve Enstantane 1/500s değerleri kullanıldı. 50mm f/1.8 ile çok güzel fotoğraflarım olmuştu fakat hiçbiri bu kadar keskin değildi. Ne kadar keskin bir fotoğrafa baktığınızı anlamanız için %100 yakınlaştırılmış halde bir parçasına bakmanız gerekiyor.



Gayet keskin ve net bir görüntü. Gerçi bunun beni çok şaşırtmaması lazım. Çünkü 50mm f/1.8 gerçekten bu netlikte fotoğrafları çekmemi sağlayabilecek bir lens. En geniş aperatür değerinde bu kadar net değil tabii ama 2.5 den sonra son derece net hale geliyor.

Bundan önceki yazılarımda da lenslerin, belli aperatür değerlerinde en net hallerine geldiklerini anlatmıştım. Genelde en geniş aperatür değerinden bir durak aşağı indiğinizde en net noktaya erişiyorsunuz. Fakat bu durum her lens için bu şekilde değil.

Aslında lenslerin hangi aperatür değerinde ne seviyede netlik sağladıklarını bilebilmemiz için bir kılavuz var. MTF eğrileri denen grafikler, lenslerin hangi aperatür değerinde, ne netlikte çekim yapabileceğini bize gösterebiliyor. Mesela Dpreview.com incelediği lenslerin değişik aperatür değerleri için MTF grafiklerini sayfasına koyuyor. Bu sayfada 50mm f/1.8 II' nin değişik aperatürlerde ne seviyede netlik sağladığını görebiliyoruz. Aperatür değeri f/2.5 için şu şekilde bir grafik oluşuyor.



MTF eğrisi soldan sağa doğru fotoğrafın merkezinden, köşelerine kadar olan netliği gösterir. Görüldüğü gibi f/2.5 de merkez netlik oldukça güzel iken kenarlara doğru gittikçe azamaktadır. Zaten benim fotoğrafın kesip sayfaya koyduğum parçası da merkezden alınma.

Grafikde bir adet referans çizgisi mevcut. Nyquist frequency denilen bu değer sizin sensörünüzün üst sınırı. Bu MTF eğrisinde kamera olarak Canon EOS 450d kullanılmış. 450d nin sensörü 12.1 megapixel. Nyquist frequency çizgisi 12.1 megapixellik sensörün aktarabileceği en yüksek fotoğraf netliğinin bir göstergesi. Grafikten de anlaşılabileceği gibi 450d'nin megapixel çözünürlüğü, f/2.5'de benim lensimin sağlayabileceği "çözünürlük"ten fazla. Zaten bu yüzden belli bir noktadan sonra kaç megapixellik fotoğraf makineniz olduğunun pek önemi kalmıyor. Lenslerimiz fotoğraf makinelerinin algılayabileceği netlikte görüntüyü bize sağlayamıyorlar.....

....desem de aslında yalan.



Bu grafikte aynı lens, aperatür daha da kısılarak f/5.6'ya getirilmiş durumda. Netlik bütün çerçeve boyunda o kadar artmış durumda ki 12.1 megapixel artık yetmiyor. 50mm f/1.8'i üç tam durak birden kıstığımızda elde ettiğimiz görüntü oldukça net. Peki ya daha fazla kısarsak?



Bu MTF eğrisi f/22'deki netliği gösteriyor. Görebildiğiniz üzere netlik ciddi seviyede düşmüş durumda. Bu yüzden aperatürü çok gerekmediği sürece fazla kısmamak lazım. Zaten 50mm f/1.8 almışsanız, büyük ihtimalle ışığın az olduğu yerde hızlı enstantane değerleri ile çalışmak istersiniz.



Aperatür değeri f/1.8 için merkez görüntü keskinliği yerinde olsa da köşelerde ciddi netlik kaybı mevcut. Fakat sonuçta şu hali ile lens, 3 durak kısılmış halinden (f/5.6) 2^3=8 kat daha hızlı. Düşük ışıklarda elinizin veya objenizin hareketinden dolayı oluşacak netlik kaybı, lensinizin aperatür sebebiyle oluşturacağı netlik kaybından oldukça fazla olacaktır.

Ben 50mm f/1.8'imi genelde 2.5-2.8 değerlerinde kullanıyorum. Ama tabii ki ışığın durumuna ve ortama göre bu değeri değiştiriyorum. 18-55'i ise gezintilerde f/8'de kullanıyorum. Düşük ışıkta ise boşuna kendimi yormayıp flaşı açıyorum. Flaş kullanamayacağım durumlarda vaktim varsa 50mm f/1.8'i takıp çekimi gerçekleştiriyorum. Yoksa boşuna uğraşmıyorum.

Yeni makinemde sadece bir adet 18-250 lens olacak. In-body Shake Reduction bir nebze de olsa gece cekimlerinde yardım edebilir diye düşünüyorum. Ama vakti geldiğinde Pentax 50mm f/1.4 almayı planlıyorum. f/1.4 aperatür + In-body Shake Reduction ile sanırım flaş kullanmaksızın gece fotoğrafları çekebilirim :)

Bir sonraki yazımda yeni makinem ile birlikte görüşmek üzere. Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Pazar Kapısı

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Geçtiğimiz hafta, bir fuar ziyareti sebebiyle üç günlüğüne Berlin'deydim. İlk iki gün babam ile fuarı gezdikten sonra üçüncü gün Berlin'i gezme şansımız oldu. Hep merak ettiğim bir müzeye; Bergama müzesine gittik. Sonuçta ülkemizdeki yerinden sökülüp taaa Almanya'ya taşınan Bergama sunağını merak ediyordum.

Öncelikle müze ile ilgili şunu belirtmek istiyorum: Organizasyon süperdi. Girişte size ücretsiz olarak bir cihaz ve bir kulaklık veriliyor. Bu cihaz ve kulaklık sayesinde hemen yanınızda size müzeyi anlatan bir tur rehberiniz oluyor. Bu sayede müzeye büyük bir grup gelse bile, bağırarak konu anlatan kimse olmuyor. Gayet sessiz ve sakin bir şekilde bütün müzeyi gezebiliyorsunuz. Bence bu uygulama ülkemizdeki müzelerde de başlamalı.



Müzeye girer girmez karşımıza ünlü Bergama sunağı çıkıyor. Açıkçası abartıldığı kadar büyük bir yapı değil, fakat yine de bu yapının ülkemizin kalbinden sökülüp buralara getirilmiş olması insanın içini acıtıyor. En azından orada iyi bakılıyor diye kendimizi avutabiliriz, fakat bu malesef kendi acizliğimizi kabullenmek olur.

Girişin hemen sağında ise Milet'e ait bir oda var. Bu odada Milet pazar kapısını görebiliyoruz. Milet ile ilgili olarak Wikipedia şöyle diyor:

'Milet Anadolu'nun batısında, Ege bölgesinde (klasik adı Meander olan) 'Büyük Menderes Nehrinin hemen ağzına yakın deniz kıyısında bir antik liman şehridir. Şimdi Aydın'in Söke kazasında Akkoy'un 5km. kuzeyinde ve Balat köyü yakınında bir harebe halinde olup limanı Büyük Menderes tarafından doldurulduğu için yaklaşık 10km denizden içeride bir mevkidedir.

Milet pazar kapısı ise gerçekten büyük bir yapı. Oda fazla büyük olmadığı için objektifimin en geniş halinde bile kadraja sığdıramadım. Bu yüzden yeni öğrenmiş olduğum panorama tekniğini bu kapı üzerinde uygulamaya karar verdim.




Sonra bu çektiğim 6 fotoğrafı Hugin'e aktarıp panoramik fotoğrafı oluşturmaya başladım. Hugin gerçekten son derece başarılı bir program. İlk ekranda üç adet düğme var. Sırasıyla bu üç düğmeye basarak panoramik fotoğrafınızı elde edbilyorsunuz. İlk düğme (Load images) dosya seçimi. Panoramik fotoğrafı oluşturan fotoğraflarınızı seçip yükledikten sonra sıra ikinci adıma geliyor.

İkinci adımda "Align" tuşuna bastığımızda program çalışmaya başlıyor. Eğer çekim esnasında pozlama seviyelerini dengeli tutmayı başardıysanız ve fotoğraflar fazla karışık değilse, şu tip bir görüntü ile karşılaşıyorsunuz.



Bu görüntü "Equirectangular" bir görüntü. Sanki balık gözü ile bakıyormuşsunuz gibi gözükür. Panoramik manzara çekimlerinde çok güzel sonuç veren bu görüntü çeşidi, bu tip düz ve büyük nesneler için bence uygun değil. Aşağı köşedeki menüden "Rectilinear" seçeneğini seçtiğimzde bu balık gözü etkisinden kurtulabiliyoruz.



Görüldüğü gibi fotoğrafın kenarındaki sütunlar aşırı derecede çarpılmış durumda. Fakat Milet pazar kapısı düzgün bir şekilde duruyor. Fotoğrafın altındaki ve sağındaki skalalar ile oynayıp, biraz da fotoğrafın üzerine tıklamak suretiyle fotoğrafı döndürüp uygun görüntüyü elde edebiliriz.



İstediğimiz görüntüyü elde ettiğimizde bu pencereyi kapıyoruz ve ana ekrandaki üçüncü tuşa(Create Panorama) basıyoruz. Uygun bir dosya ismi seçiyoruz ve görüntüyü kaydediyoruz. En son olarak da fotoğrafı başka bir fotoğraf işleme programında (Photoshop, DPP, Picasa, Irfanview...herhangi biri olur) açıp, fotoğrafın tutmak istediğimiz kısmını kesip çıkartıyoruz (cropluyoruz).



Sonuçta ortaya çıkan görüntü de bu şekilde oluyor. Berlin'de bir sürü fotoğraf çektim. Bu fotoğraflara buradan erişebilirsiniz.

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Dolduruşa Gelmek

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Yaz geldi!!!! Tişört ile dolaşabileceğimiz, üzerimizde kat kat elbise taşımayacağımız ve tabii ki çok daha rahat fotoğraf çekebileceğimiz canımız yazımız sonunda geldi. Biz de havayı güzel görünce kendimizi hemen dışarıda bulduk. Arabaya bindiğimizde hala nereye gideceğmize karar vermemiştik. Ama en büyük adım olan evden dışarı çıkma işin halletmiştik.

Önce standard yürüyüş parkurumuz olan Baltalimanı'na gitmeye karar verdik. Yolda aklımıza başka bir şey geldi. Fatih Sultan Mehmet köprüsünün Anadolu tarafının güneyinde. Kocaman bir bayrak dalgalanmakta. Bu bayrak Tema ve Koç vakfına ait bir parkın içinde. Daha önce hiç gitmemiştik, gidip görelim dedik.

İyi ki de gitmişiz. Yoksa bu fotoğrafı çekemeyecektik.



veya bunu...




(Scroll bar'ı çekerek sağa doğru gidebilirsiniz.)
hatta bunu.



Sonuncusu ne alaka demeyin. Bugun yazımda bu fotoğrafı anlatacağım. Çünkü güneşli havalarda hem manzarayı hem de gölgede duran bir kişiyi aynı kadrajda çekmek o kadar kolay değil. Hem bu resmin modeli benim, fotoğrafçısı ise eşim Selin :)

Fotoğraf makinemizi ilk aldığımızda aslında Selin için almıştık. Bana kullanacağına söz vermişti. Ben merak salınca benden vakit bulamadı. O yüzden sözünü yerine getirebilmesi için bu gezi esnasında fotoğraf makinesini olabildiği kadar çok Selin'e taşıttım. Bir çok fotoğraf çekti. Bu fotoğrafı ilk çektiğinde de sonuç şu şekilde oldu:



Gördüğünüz gibi her ne kadar arkaplan güzel çıksa da ben gayet karanlik kaldım. Selin de bunu hemen farketti ve hareket etmememi söyledi. Ne de olsa benim öğrencim :) Hemen exposure-lock uyguladı ve bir poz daha çekti.



Exposure-lock, fotoğraf makinemizde genelde sag elimizin baş parmağına yakın bir bölgede olan bir tuş. Tuşun etiketi "AE-Lock". Odaklama yapmadan sadece ışık ölçümü yapar ve bu ışık ölçümünü kitler. Yani daha karanlık bir bölgenin ışık değerlerini "alıp" ona göre fotoğraf çekebilirsiniz. Bu durumda arkaplan belki daha parlak çıkacaktır. Fakat öndeki objenizi gölgelerden kurtarmış olursunuz.

Selin de ışığı, objektifi hafif sağa çevirerek daha karanlık bir noktadan "aldı". Fotoğrafta da görebileceğiniz gibi artık ben daha parlağım. Fakat arka plandaki evler ve deniz aşırı parlak hale geldi.

Peki çözüm ne? Çözüm makinemizin hemen üzerinde duruyor. Normalde sadece gece kullanmaya alıştığımız flaş, aslında bu tip pozlar için kurtarıcı görevi görebiliyor.



Aydınlık havada gölgede kalmış detayların flaş ile ortaya çıkarılmasına "dolgu flaş"(Fill flash) deniyor.Bu fotoğrafta da görebileceğiniz gibi flaş, benim ile arkaplanın aydınlık seviyelerimizi aynı seviyeye getirdi. Bu sayede hem ben, hem de arkaplan güzelce aynı kadrajda yer alabildik. DPP'de de ufak bir dokunuş ile çok güzel bir hatıra fotoğrafım oldu.



Yazın gelişi ile fotoğraf çekme hevesim bir kat daha arttı. Yeni makinem de geliyor zaten. Kim tutar beni!!!!

Işığınız bol olsun :)

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

8 Mayıs 2009 Cuma

İzmoria

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

J.R.R. Tolkien'in şaheseri "Yüzüklerin Efendisi" hikayesi, Orta Dünya adı verilen hayali bir dünyada geçer. İsmiyle uyumlu olarak, Orta Dünya'daki hikayeler ortaçağ olarak tasvir edebileceğimiz bir zaman diliminde geçer. Barut, elektrik, içten yanmalı motorlar, plastik gibi kavramların keşfedilmediği, bunun yerine büyü, güç, kara rüzgar, ateş ve çelik gibi kavramların bulunduğu bir dünya düşünün.

Bu dünyada tasvir edilen şehirler, yüksek dağ yamaçlarına kurulmuş, ince, uzun kulelere sahip ihtişamlı şehirlerdir. Orta Dünya'daki zaman ilerlese ve günümüze gelse herhalde liman şehirlerinden birinin görüntüsü bunun gibi bir şey olur:



Değişik gözüküyor değil mi? Bu fotoğrafta gördüğünüz şehire ben "İzmoria" adını koydum. Fakat bu şehir aslında bildiğimiz ve sevdiğimiz İzmir!

Geceleyin Bornova Atatürk Mahallesi'nden İzmir'e baktığınızda gördüğünüz manzarayı bir önceki yazımda sizlerle paylaşmıştım. Bu manzara da aynı noktadan İzmir'in gündüz görünüşü. Tabii ki asıl görünüş bu şekilde değil. Asıl görünüş oldukça daha geniş





Scrollbar'ı tutup sağa doğru çekebilirsiniz. Bu tip fotoğraflara panoramik fotoğraf deniyor. (Hemen ufak bir not: Doğru kelime Pano-rama. Pana-roma değil.) Özünde birden çok fotoğrafın uygun şekilde birleştirilmesi ile oluşuyorlar. Bu fotoğrafları birleştirmek için özel bir program kullanılıyor. Fakat panoramik fotoğraf için dikkat edilmesi gereken noktalar daha çekim esnasında başlıyor.

Panoramik fotoğrafı tek ve büyük bir fotoğraf olarak düşünmemiz gerekiyor. Bu sebeple ışığın da bütün fotoğrafta aynı özelliğe sahip olması lazım. Yani ilk fotoğrafı çektiğimiz pozlama seviyesi ne ise, diğer bütün fotoğrafları da aynı değerde çekmemiz lazım.

Yani kısacası makinemizii manual moda getirmemiz lazım. Uygun ISO, enstantane ve aperatür değerlerini bulduktan sonra bütün fotoğrafların aynı bu değerler ile çekilmesi gerekiyor. Eğer bu şekilde yapmazsanız sonradan parlaklık ayarı ile uğraşıp bütün fotoğrafları aynı seviyeye getirmeniz gerekir ki gerçekten uğraştırıyor. Nereden mi biliyorum? Bu hatayı yaptım da ondan. İlk denememde Av modunda bütün manzarayı fotoğrafladım. Sonra panorama yapmaya kalktığımda yamalı bir fotoğraf görüntüsü oluştu.

Bir diğer dikkat etmeniz gereken nokta ise fotoğraf makinenizi koyduğunuz yer. Aslında tripod en ideali. Makinenin yatay seviyesini ve bakış açısını koruyup, sadece dikey bakış noktasını değiştirmek için tripoddan güzeli yok. Eğer tripodunuz yoksa bir sütun, bir duvar gibi yatay seviyeyi sabit tutacak herhangi bir dayanak da işinizi görebilir.

Fotoğraf makinemizi yerleştirdikten sonra çekimlere başlıyoruz. Unutmamak gereken bir nokta, fotoğrafların birbirine yapıştırılamsı için bir parça pay bırakılması gerektiğidir. Bu sayede bu pozları yapıştırmak için kullanacağınız program uygun "dikiş" (stitching) noktalarını seçebilir. İlk fotoğrafın en sağındaki evin tamamı ikinci fotoğrafın en solunda da muhafaza edilirse, program bu evin aynı ev olduğuna karar verip ona göre pozları birbirlerine dikecektir.

Selin'lerin terasından çektiğim fotoğraflar şunlardı:









Bu fotoğrafları oldukları gibi jpg olarak export ettikten sonra Hugin adlı programa aktardım. Hugin bedava olmasına rağmen inanılmaz başarılı bir panorama dikiş programı. Kullanımı da çok basit. 3 adımda panoramik fotoğrafınızı elde edebiliyorsunuz. Önce Load tuşuna basıp fotoğrafları seçiyorsunuz. Sonra Align tuşuna basıyorsunuz ve sonucu kontrol ediyorsunuz. Bu noktada bir kaç müdahelede bulunabilirsiniz fakat genellikle programın kendi kararları yeterli oluyor. Aşağıdaki ve yandaki seviye düğmelerini kullanarak fotoğrafın sınırlarını belirleyebilirsiniz. Üçüncü adımda da fotoğrafı kaydediyorsunuz. Panoramik fotoğrafınız hazır!!

Aslında tam olarak bu noktada bitmiyor. Fotoğraf sınırlarını belirlemek açısından Hugin biraz yetersiz kalabiliyor. Picasa da veya photoshop'da açıp uygun crop ve ufuk çizgisi düzeltmesi yapmak gerekebiliyor. Fakat işin büyük kısmını Hugin ile hallediyoruz.

İzmoria fotoğrafı ise elde ettiğim panoramik fotoğrafı photoshopda image->resize ile yeniden boyutlandırmam sonucunda oluştu. Yeniden boyutlandırırken "Constrain Proportions" seçeneğini kapalı tuttum. bu sayede sadece fotoğrafın genişliği ile oynayabildim. Sonuçta elde ettiğim fotoğraf ise benim çok hoşuma gitti ve şu anda masaüstü arkaplanım olarak duruyor :)

Hugin ile ilgili ufak bir not daha. Panoramik fotoğraf denince aklınıza sadece ince geniş manzara fotoğrafları gelmesin. Aşağıdaki fotoğrafı daha 2 gün önce Berlinde çektim:



Bu fotoğraf her ne kadar sıradan bir fotoğraf gibi gözükse de aslında ben bu fotoğrafı bu binaya çok yakından çektim. Kadraja kesinlikle sığmıyordu. Ben de 4 ayrı fotoğraf çektim:







Bu fotoğrafları Hugin ile birleştirince de son derece temiz bir sonuç aldım. Wide-Angle lensim olmasa da bazı pozları yakalayabileceğimi bilmek içimi rahatlatıyor.

Bu yazı ile birlikte fotoğrafçılıkta benim bugünüme gelmiş bulunuyoruz. Bundan sonra geçmişte öğrendiğim şeyleri değil de, gelecekte öğreneceğim şeyleri sizlerle paylaşacağım. Ben sürekli yeni bir şeyler deniyorum ve öğrenmeye devam ediyorum. Bu öğrendiklerimi sizler ile bu sayfadan paylaşacağım. Arada çektiğim ve hoşuma giden fotoğraflarım olduğunda da, bu fotoğrafları sizlerle paylaşıp, nasıl çektiğimi ve ne gibi işlemlerden geçirdiğimi anlatacağım.

Ayrıca yeni fotoğraf makinem de yaklaşık bir hafta içerisinde elimde olacak!! Güle güle Canon Eos 400d. Hoşgeldin Pentax k20d :) Eğer uygun fiyata ikinci el Canon Eos 400d + 18-55 kit lens + 50mm f/1.8 II almayı düşünüyorsanız benimle bağlantı kurun.

Işığınız bol olsun :)

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->