11 Nisan 2009 Cumartesi

Gölgelerin Gücü Adına

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Yeni bir lens almanın yarattığı motivasyonu anlatmaya kelimeler yetmiyor. Fotoğraf makinemi alalı 4 ay, 50mm f/1.8'i alalı daha bir kaç gün olmuştu. O zamana kadar fotoğraf makinemi kompakt makinelerden çok da farklı kullanmıyordum. Fakat yeni lens aldıktan sonra içimde bazı şeyler değişti. Internetten fotoğraf eğitim sayfalarına girmeye, kitaplar okumaya, dergileri takip etmeye başladım.

İndirdiğim dergilerden son derece eğiticiydi. Enstantane, Aperatür, ISO gibi kavramları anlatmanın yanı sıra, manzara fotoğrafları nasıl çekilir, RAW dosya formatı nedir, portre çekiminde nelere dikkat edilmeli gibi sorulara da cevap veriyordu. Bir yandan çok başarılı bir şekilde tonlanmış fotoğraflara bakıyor, bir yandan da fotoğrafçılığı öğrenmeye çalışıyordum....

....ve bir dergide o sayfaya denk geldim. Bir şehir fotoğrafıydı. Parçalı bulutlu bir havada çekilmişti. Görüntü tek kelime ile inanılmazdı. Bulutları ayrıntıları, binaların renkleri, gölgelerdeki detaylar...hepsi görülebiliyordu. Sayfanın hemen başında ise kocaman bir başlık vardı:

"How to create HDR images" (Nasıl HDR görüntü yaratılır.)

Yazıda HDR'nin ne demek olduğu, nasıl yapıldığı ve bu fotoğrafların neden bu kadar güzel gözüktüğü anlatılıyordu. Gözüm dönmüştü. Mutlaka bu tekniği öğrenmeli ve uygulamalıydım. Anlatılanlara göre ihtiyacım olan tek şey pozlama ayarı yapabilen bir fotoğraf makinesi ve dijital çağın fotoğrafçılık mucizesi Photoshop CS2 idi ve ikisi de bende mevcuttu.

Hemen elime fotoğraf makinasını aldığım gibi belirtilen teknikleri uygulamaya başladım. Açıkçası sonuç hüsrandı. Zaten henüz daha photoshop kullanmayı çözememiştim. Bir parça hayal kırkılıığına uğramıştım fakat yılmamıştım. İki gün süren bir uğraşın ve internette yaptığım bir çok site araştırmasının ardından, o gördüğüm muhteşem manzaraları photoshop yerine photomatix adlı bir program ile de yapabildiğimi öğrendim.

Photomatix'i yükledikten sonra ilk denemelerim moralimi yerine getirdi. Gerçi bu denemeler tam HDR görüntüler değillerdi. Tek kareden türetilmiş "Çakma HDR"lerdi.
ÖnceSonra







"Çakma HDR" olmalarına rağmen son derece göz alıcı hale gelen bu foroğraflar, deneme ve öğrenme azmimi daha da arttırmıştı. Yavaş yavaş, deneyerek ve hatalardan ders alarak HDR nin ne olduğunu ve niye uygulandığını tam olarak anlamaya başladım.

HDR kelimesinin anlamı High Dynamic Range. Türkçe çevirisi "Yüksek Dinamik Aralık".....bence yeterli bir çeviri değil. "Yüksek Dinamik Kontrast Aralığı" daha doğru bir çeviri olacaktır. Peki nedir kontrast?

Kontrast kelimesini aslında günlük konuşmada da zaman zaman kullanıyoruz. Genelde iki fikir, söz, düşünce....veya renk arasındaki tam zıtlığı belirtmek için kullanığımız bu kelime, görsel sanatlarda "En siyah nokta ile en beyaz nokta arasındaki fark" olarak tanımlanabilir. Geçen yazımızda histogramdan ve histogramın en solundaki barı kaydırarak "koyu gri"leri "siyah" yapmaktan bahsetmiştik. Sonuçta histogramımız en siyah belirlediğimiz nokta ile en beyaz belirlediğimiz nokta arasındaki değerleri 255 değere dağıtıyordu.

Malesef monitörlerimiz şimdilik bu 255 rakamı ile sınırlı. İşin ilginci bu değer aslında gözlerimiz için yeterli bir değer. İnsan gözü adaptasyon sağlayabilen bir görme aracı. Ortamdaki ortalama ışığa göre göz bebeğimiz(aperatür) ve retina hassaslığımız(ISO) kendini ayarlıyor. Bu sebeple gece yatmadan önce ışıkları kapattığımızda her tarafı siyah görürken, bir kaç dakika sonra gözümüzü açtığımızda odamızı gri tonları ile bezenmiş ve ayrıntıları seçilebilir bir şekilde buluyoruz. Bu anda açılacak ışık, gözümüz için yine bir adaptasyon süresi geçmesini gerektiriyor. Fakat bir kaç saniye içinde parlaklık değerleri yerine oturuyor. Gözümüz karanlığa alıştığı zamanki tonlar hep oradaydı. Aydınlığa alıştığımız zamanki tonlar da hep orada. Fakat hepsini bir arada göremiyoruz.

Gözümüz zaten bir ortalama parlaklık değerine adaptasyon sağladığında 200-300 ton arası bir değerde kontrast aralığına sahiptir. Fakat bu adaptasyon yeteneği sayesinde gözümüzün kontrast aralığı etkin olarak çok yüksektir. Bu sayede gökyüzüne bakarken bulutları ve detaylarını, başımızı eğip yere baktığımızda ise gölgelerin altında yatan detayları görebiliriz. Aynı durum ekrana bakarken de geçerli. Biz ekrana bakarken, gözümüz, bulunduğumuz yerdeki ortalama ışığa göre bir kontrast aralığı belirler. Bu yüzden karanlık yerlerde ekran parlak, aydınlık yerlerde ise ekran bize soluk gözükür.

Gözümüz kendisini bir şekilde ayarlayabilir. Fakat fotoğraf için aynı şey geçerli değil. Deklanşöre bastığımız anda aperatür genişliğini ve ISO değerini çoktan belirlemiş oluyoruz. Bir süre sensor açık kalıp kapanıyor. Bir nevi dünyaya sabit bir göz bebeği ile bakmak durumunda kalıyoruz.

HDR tekniği bu noktada devreye giriyor. Yapılan işlem, gözümüzün yaptığı işlemden pek farklı değil. Aynı fotoğrafı 3 kere çekiyoruz. Fakat bu işlemi yaparken sensör üzerine düşen ışık miktarını her fotoğraf için değiştiriyoruz. Bunun için aperatürü(gözbebeği) kısıp genişletmek yerine, enstantane süresini azaltıp çoğaltıyoruz. Elimizde 3 değişik parlaklık bilgisi içeren dosya oluşuyor. Düşük parlaklık bilgisi içeren dosyadan parlak noktaların(highlight) detaylarını, yüksek parlaklık bilgisi içeren dosyadan ise karanlık noktaların(shadow) detaylarını alabiliriz.

Eğer blogumu takip ediyorsanız son iki cümlede yazdıklarımın tanıdık gelmiş olması lazım. Çünkü çok benzer birşeyi Hem öyle, hem de böyle adlı yazımda da anlatmıştım. O yazıdaki fotoğrafta bulutların detaylarını ortaya çıkarmak için orjinal fotoğrafın daha koyu bir kopyasını alıp, orjinal bulutların üzerine daha koyu bulutlar gelecek şekilde bir aşamalı geçiş yapmıştık. O örnekte fotoğrafın sınırları çok belliydi. Gökyüzü ve yeryüzü tek bir çizgi ile ayrılmıştı. Bu sayede fotoğrafın üst kısmında tamamen koyu dosyadaki bulutların(yani parlak noktaların) detaylarını kullanmaya karar verebilmiştik.

Fakat bütün fotoğraflarda bu keskin fark oluşmayabilir. Fotoğraftaki bir ağaç, bir bina veya bir kişi, kadrajın en altından en üstüne kadar olan bölgeyi kaplayabilir. Ya da fotoğraftaki bir gölde, gökyüzünün tamamen parlayan bir yansıması olabilir. Bu tip durumlarda aşamalı geçiş, parlaklık ve gölgelerde kalmış gizli detayları kurtarmanıza yetmeyecektir.

Kısacası elimizdeki değişik parlaklık bilgili 3 adet fotoğrafı birleştirmek için özel bir yönteme başvurmamız gerekiyor. Bu noktada da photomatix adlı program devreye giriyor ve nerenin parlak nerenin gölge kalacağına karar vermemize yardım ediyor.

Bir sonraki yazımda uygulamalı olarak, adım adım bir HDR fotoğrafın nasıl çekildiğine ve nasıl hazırlanığına dair örnek vereceğim. Büyükada'da çektiğim bu fayton fotoğrafını, son haline gelene kadar yaptığım bütün adımları teker teker anlatacağım.

ÖnceSonra



Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Hiç yorum yok: