6 Temmuz 2009 Pazartesi

Manual Lens

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

18-250mm lensimi çok seviyorum ama bir sorunu var. Düşük ışıkta performansı pek iç açıcı değil. Zaman zaman keşke aperatür değeri daha geniş olsa dediğim oluyordu.

Bir de geçtiğimiz hafta içime bir kurt düştüğünü söylemiştim. Manual lensi kullanmak eğlenceli gelmişti. Her zaman olduğu gibi bu kurt içimi kemirmeye devam etti.

Sonuç olarak artık ben de bir adet geniş aperatürlü, sabit odaklı, manual lens sahibiyim :)

50m odak uzunkluklu ve en geniş aperatür değeri 1.4 olan bu lensi, Pentax Turkey forumlarından Özgün Bey'den aldım. Lens son derece temiz kullanılmıştı ve herhangi bir defosu yoktu. Fiyatta da anlaştıktan sonra Özgün bey lensi Kayseri'den postaladı.

Bir gün içinde lens elimdeydi.



Pentax SLR modellerinin isimlerinin K ile başlamasının bir sebebi var. Ön taraftaki lens takılan bölgeye "K-Mount" deniyor. Pentax'ın bütün modelleri, bugüne kadar üretilmiş bütün K-Mount lensler ile kullanılabiliyor. Yani 1960'lerden kalma lensleri bile makinemize takabiliyoruz. Tek yapmamız gereken özel ayarlar menüsününden aperatür halkasının kullanıcı tarafından değiştirilmesine izin veren seçeneği açmak.

Tabii ki bu lenslerde oto fokus, otomatik aperatür değeri ayarlama gibi işlemler yok. Aperatür değerini makineden değil, lensin üzerinden ayarlıyorsunuz. Lensin üzerindeki aperatür halkasını her çevirdiğinizde aperatürün değiştiğini lensin üzerinden gözlemleyebiliyorsunuz.

Lensi makineye takıp çalıştırdığımda karşıma bir menü çıkıyor. Bu menüden lensin odak uzunluğunu seçiyorsunuz. Bu sayede titreşim engellemeyi düzgün bir şekilde kullanabiliyorsunuz.

Makinenin modlarının artık bir manası yok, çünkü ışık ölçümü sonunda kullanabileceği bir değer yok. Aperatür değerini makine bilmediğinden dolayı ışık değerini okuyup uygun bir enstantane değeri öneremiyor. Bu yüzden makineyi M moduna alıyoruz ki enstantaneyi kendimiz ayarlayabilelim.



Bu noktada makine yine de bize yardım edebiliyor. Diğer makinelerde nasıl yapıldığını tam bilmiyorum. Ama Pentax'da M modunda yeşil tuşa bastığımızda aperatürü gerekli değere ayarlayıp ışık ölçümü yapıyor ve bir enstantane değeri sunuyor. Bu sayede aperatürü kendimiz ayarlamamızdan kaynaklanan sorunları bir parça aşmış oluyoruz. Makinemizi Av modunda çalıştırıyor gibi oluyoruz da diyebiliriz.

Fakat bu lensi kullanmanın en zor kısmı odaklama.

Odaklama halkası son derece yumuşak bir halka. Hiç bir takılma olmadan rahatça çevirebiliyorsunuz. 270 derece kadar dönen bu halka sayesinde odaklamayı yeni nesil kuzenlerine göre daha hassas yapabiliyorsunuz. Fakat f/1.4 aperatürde alan derinliği son derece az olduğundan doğru noktaya odaklayıp odaklayamadığınıza tam emin olamıyorsunuz. Her ne kadar görüntü vizörden net gözükse de, sensör üzerinde oluşan görüntü o kadar net olmayabiliyor.


(50mm, f/1.4, 1/30s, ISO 640)

Örneğin bu fotoğrafı geçen cumartesi akşamı kardeşim Caner'in İstanbul'a geri gelmesini kutlamak için Asmalı Mescid'e gittiğimizde çekildik. Fotoğrafı Caner çekti. Her ne kadar Selin çok net çıkmış olsa de ben odağın dışında kaldım. Bunu Canere belirttiğimde Caner bir fotoğraf daha çekti.


(50mm, f/1.4, 1/30s, ISO 640)

Burada da ben odaktayım ama Selin arkada kaldı. Normalde bu tip fotoğrafları kit lenslerimiz ile çekmeye kalkıştığımızda enstantane değeri çok düşük kalacağından flaş kullanmak zorunda kalırız. Fakat düşük aperatürli bir lens ile enstantane değerini dert etmemize pek gerek kalmıyor.

Hele bir de In-Body Shake Reduction oldu mu gece fotoğrafları çekmekte enstantaneyi hiç dert etmiyorsunuz.

Fakat odaklamayı ciddi bir şekilde dert ediyorsunuz.

Odaklama olayı için liveview kullanmak bana daha uygun geldi. Yeşil düğme ile ışık ölçümü yaptıktan sonra live view a geçip direkt bu noktada manual bir şekilde odak ayarı yapıyorum. Liveview da digital zoom yaparak fotoğrafa yaklaşıp keskin bir görüntü elde edene kadar odaklamak mümkün.

Açıkçası bu çekimleri yaparken keşke 50mm değil de 30-35mm olsaydı dediğim oldu. Fakat çok sorun etmiyorum. Sonuçta bu lensi manual lensleri kullanmayı öğrenmek için aldım. Çünkü yeni nesil lens fiyatları çok el yakıyor. Örneğin 50mm f/1.4'ü otofokuslu olarak almaya kalksam, bu lense verdiğim paranın 5-6 katı para vermem gerekiyordu.

Manual odaklamayı ve bu lensi kullanmayı bir şekilde çözdükten sonra önümde yeni bir olasılık açılıyordu:

Kendime eski, ucuz, manuel, sabit odaklı lenslerden bir set yapabilirim!!!!

Hem bu lensler aperatürü kıstığınızda da inanılmaz güzel görüntü sağlıyor.


(50mm, f/2.8, 1/80s, ISO 200)

Çok da kısmadım aslında...f/2.8'de bu fotoğraf.


(50mm, f/2.8, 1/80s, ISO 200)

Bu da aynı fotoğrafın 100% croplanmış hali. K20d'de 100% yakınlaşıp bakmak aslında gaddarca bir yöntem. 14.6MP sensör sonuçta. Bir çok lens bu çözünürlükte tam net görüntü sağlayamıyor. Ama görüldüğü gibi emektar 50mm f/1.4, K20d'nin 14.6 MP'lik sensörünü gayet net bir şekilde doldurabiliyor.

Yine de ışığın yeterli olduğu durumlarda kullanım rahatlığından dolayı 18-250'mden vazgeçebileceğimi sanmıyorum :)

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

28 Haziran 2009 Pazar

Pentax Turkey

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Bu haftasonu Pentax Turkey forumundaki arkadaşlar ile buluştuk. Kalabalık değildik, sadece 3 kişiydik ama iyi eğlendik.



İlk önce Tolga ile buluştuk. Tolga seneye üniversite sınavına girecek bir lise öğrencisi. 1.5-2 ay önce Pentax K100d Super tipi bir makine edinmiş. Aynı zamanda RC (Ufak, benzinle çalışan model yarış arabaları) meraklısı. Buluşmalara Pentax sahibi olmadan önce de katılıyormuş. O yüzden lakabı "Çakma Pentaxçı" ya çıkmış :)



Sonra Hamit bey geldi. Gelir gelmez de Galata kulesinin üzerindeki bulutları göstererek "Pamuk gibiler bunları çekmemiz lazım" dedi. Hamit bey deri işi ile uğraşıyor. Onda da Pentax k20d var. Bir kaç ay önce kit lensin yanına DA* 50-135mm f/2.8 tip objektif edinmiş. Hamit bey aramızda en tecrübelimizdi.

Sabah saat 10:00'da Yeni Cami önünde bir araya geldikten sonra kahvaltı etmeye gittik. Kahvaltımızı ettikten sonra da Hayyam pasajına uğradık. İstanbul'daki bir çok fotoğrafçının uğrak yeri olan Hayyam pasajına ilk kez gidiyordum. O yüzden bir parça heyecanlıydım aslında. Pasaja girince niye bu pasajın bu kadar ünlü olduğunu anladım.

Sevgili okur. Sen sen ol, eğer kafanda almayı düşündüğün özel bir parça yoksa cebinde para ile Hayyam pasajına gitme. Pasaja girer girmez batmaya başlıyor. Çevrendeki bir sürü objektif ve aksesuvar seni çağırıyor, "Gel beni al" diyor. Eğer almak istediğiniz bir şey varsa bile iyice araştırma yapmadan gitmemek lazım. Bir de mümkünse daha önce gitmiş biri ile gitmek lazım.

Bu konuda şanslıydım çünkü hem Tolga hem de Hamit bey daha önce buraya gelmişti ve Pentax ekipmanlarının nereden alınabileceğini biliyorlardı. Fazla oyalanmadan Vehbi ağabey'in dükkanına gittik. Ben bir süredir Close-Up filtre almayı planlıyordum. Vehbi Ağabey ile ufak bir pazarlık yaptıktan sonra, +1, +2 ve +3 değerlikli 3 adet Close-Up filtre aldım.

Buradayken bir kaç lens de denedik. Ben 35mm f/2.8 Asahi tam manuel lens takıp denedim. Açıkçası tam manuel lensi kullanması zor. Bulunduğumuz yerdeki ışık da azdı. Bu yüzden pek başarılı fotoğraflar çekemedim. Ama içime bir kurt düştü. Her ne kadar ben becerememiş olsam da, lensi kendi başına ayarlamak değişik bir zevkmiş. Bu lenslerin fiyatları da uygun. diğer otofokuslu lenslere göre oldukça ekonomik. Açıkçası almayı bile düşündüm.

Bana da batmış, değil mi? :)

Zamanı geldiğinde ve içerisini tam öğrendiimde Hayyam pasajı ile ilgili ayrı ve geniş bir yazı da yazacağım.



Hayyam pasajından ayrıldıktan sonra Sultanahmet'e çıktık. Pek fotoğraf çekmedik ama bol bol sohbet ettik. Arada aldığım Close-Up filtreleri de test etme şansım oldu. Close-Up filtreler, aslında bildiğimiz gözlük camları. Her bir lensin üzerinde "gözlük numaraları" da var. Bu filtreleri objektifimizin ön kısmına yerleştiriyoruz. Yani objektifi gövdeden çıkarmaya gerek kalmıyor. Bu filtreleri taktığımızda uzak bir noktaya odaklama yapma yeteneğimiz ortadan kalkıyor. Bunun karşılığında çok yakına odaklama yapabiliyoruz.



Bu fotoğraf ufak bir goncanın fotoğrafı. +3 dioptri değerli filtre ile çekildi. Köşelere doğru netlik kaybı var biraz ama açıkçası beni çok rahatsız etmiyor. Bu fotoğrafı çekerken bu goncaya çok yaklaşmıştım. 18-250 lensim ile artık bir sürü makro fotoğraf çekebilecektim!!


(5 kareden HDR)

Sultanahmet'te biraz gezdikten sonra Sirkeci'ye geri döndük. Hamit Bey'in "Pamuk" bulutlarının da fotoğraflarını çektik :) Pentax Turkey üyelerinden Mustafa bey'in gelmesini bekledik. Onunla da tanıştıktan sonra benim için ayrılma vakti gelmişti.

Tek başına fotoğraf çekmektense, bu işe ilgi duyan başkaları ile birlikte fotoğraf çekmek çok daha zevkli ve verimli oluyor. Bu yüzden bütün Pentax kullanıcılarının Pentax Turkey'e üye olmalarını tavsiye ediyorum. O gün çektiğim diğer fotoğraflara Buraya tıklayarak erişebilirsiniz.

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

24 Haziran 2009 Çarşamba

Çeşme Kaçamağı

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Bu haftasonu çok güzel bir şey yaptık. Bir anda aldığımız kararla hafta sonu için Selin'in anne ve babasıyla birlikte Çeşme'ye gittik. Aynı zamanda Çeşme'de tatil yapmakta olan benim anne ve babama da sürpriz yapmış olduk. Tam babalar gününe denk gelmiş olması da ayrı bir güzellik oldu. Babama hediye olarak kendimizi götürmüş olduk :)


(110mm, f/8, 1/125s, ISO 100)

Daha yoldayken Çeşme'de ne fotoğrafı çekeceğime karar vermiştim. Topçularda arabalı vapurdan indiğimizde çok güzel bir gün batımı vardı. Benzeri bir manzaraya Çeşme'de kesinlikle rastlayacağıma emindim.


(250mm, f/8, 1/250s, ISO 100)

Çeşmeye vardığımızda günbatımından daha ilgi çekici iki model buldum! Birinci modelimin adı Süleyman'dı. Süleyman annemlerin bahçesinin mülayim sakinlerinden biri. Fazla hızlı olmaması ve güneşin de iyi ışık sağlaması sayesinde Süleyman'ın çok güzel fotoğraflarını çektim.

Süleymanın fotoğrafını ilk çektiğimde kabuğu inanılmaz parlıyordu. Hemen polarize filtremi taktım. Polarize filtreyi parmağımla çevirdikçe parlamaların ne kadar değiştiğini görebiliyordum. Parlamaların en az olduğu noktaya göre ayarlayıp deklanşöre bastım....ve Süleyman kadrajıma bu şekilde yansıdı.

Öbür modelim biraz daha değişikti.


(250mm, f/11, 1/200s, ISO 200)

Bu gördüğünüz son derece renkli şey bir japon gülünün dişi organı. Makro çekimlerde alan derinliğini tam tutturmak zor oluyor. Bu yüzden diyaframı biraz daha kısmak zorunda kaldım. Bu sayede alan derinliğim birazcık da olsa daha fazla genişleyebilecekti.

Odaklamayı tam doğru yapabilmek için liveview'i açtım ve makineyi manual odaklamaya aldım. Odak uzunluğunu lensimin en büyük değeri olan 250mm'ye getirdim. Odaklama halkasını da en yakın odak noktasına(45cm) çevrdim.

Odaklama halkasının üzerindeki rakam bize sensörden çektiğimiz objeye kadar olan uzaklığı veriyor. Makro çekimlerde bu uzaklığın referans noktasının merceğin ucu değil, makinemizin içindeki sensör olduğunu bilmek lazım. Bir çok makinede sensörün hangi noktada olduğunu dışarıdan bakınca anlayabilmeniz için bir işaret mevcut. Odaklamış olduğunuz cisim, ortası çizik daire şeklindeki bu işaretten, odak halkasında ayarladığınız değer kadar uzakta oluyor.

Japon gülüne yavaşça yaklaşmaya başladım. Odaklama işini halkayı çevirerek değil, makinemi ileri geri hareket ettirerek yapmaya karar vermiştim. Bu sayede lensim ile elde edebileceğim maksimum büyütme oranına erişebilecektim.

Makro çekimler için özel olarak yapılmış lenslerde maksimum büyütme oranı 1:1'dir. Yani objenin görüntüsü, sensörün üzerine gerçek boyutunda yansır. Kullandığımız standart zoom lenslerde bu oran 1:3 civarında. Benim lensim için bu değer 1:3.6. Yani standard kit lens ile, bu görüntüyü daha da büyük bir şekilde sensöre yansıtabilirdim.

Tabii o gün bir çok gün batımı fotoğrafı da çektim. Fakat bir tanesi ayrı bir güzeldi.


(38.8mm, f/10, 1/180s, ISO 100)

Bu fotoğrafı ben çekmedim. Fakat ayarları ben yaptım. Fotoğrafta ben ve Selin ön planda olacaktık ve arka plandaki batmakta olan güneş hemen yanımızda olacaktı. Güneşin parlamaması, bizim de karanlık çıkmamamız lazımdı. Bu durumda dolgu flaş kullanmam gerekiyordu. Ben de ayarlarımı yapmaya bu noktadan başladım.

Standard flaşımın senkron hızı 1/180s idi. Manual pozlamada makinenin enstantane değerini 1/180'e aldım. ISO'yu 100'e ayarlayıp sadece gün batımına kadrajı doğrultarak uygun bir pozlama için gerekli aperatür değerini ayarladım. Bu şekilde hem flaşın ışığını, hem de güneşin ışığını bir parça dengelemiş oldum.

Bunun ardından makineyi babama verdim, o da bizi güzelce çekti :)

RAW olarak çekilmiş bu fotoğrafı sonradan export ederken gölge seviyelerini yükseltip, siyah noktasını biraz yukarı çektim. Bu sayede ben ve Selin'i gün batımına yakın aydınlığa getirebildim :)

Ertesi gün bir gün batımı fotoğrafı daha çektim.



Günbatımında Çeşme'nin Çiftlikköy beldesinin panoramik fotoğrafının sıkıştırılmış hali olan bu çalışma aslında 6 fotoğraftan oluşuyor. Hugin kullanarak oluşturduğum panoramik fotoğrafı, PS'de sıkıştırınca ortaya böyle bir çalışma çıktı. Daha önce Izmoria yazımda kullandığım tekniğin aynısını kullandım.

Açıkçası bu panorama sıkıştırma işini yaptığım diğer çalışmalar ile de denedim. Fakar sonuç pek parlak olmadı. Bu işin etkili olabilmesi için yüksek bir yerden yapıması gerekiyor sanırım.

Bu ufak Çeşme kaçamağında daha bir sürü fotoğraf çektim. Bu fotoğraflara Buraya tıklayarak erişebilirsiniz.

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

18 Haziran 2009 Perşembe

Boğaziçi

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Kaldığımız yerden devam :)

Kahvaltımız edip, kedi fotoğraflarımızı çektikten sonra kendimizi evden dışarı attık. Çok güzel bir hava vardı ve bunu değerlendirmeliydik! Önce Arnavutköy'e indik. Buradan Bebek'e kadar yürüyüp, Beşiktaş Belediyesinin düzenlediği Bebek şenliklerini gezdik. Mini Dondurma'dan dondurmalarımızı da aldıktan sonra Arnavutköye doğru yürümeye başladık.


(18mm, f/4, 1/400s, ISO 100)

Bu fotoğrafı çektiğim yer Bebek iskelesi. Sahildeki ufak iskeleler çok fotojenik yapıdalar. Nöstalik bir yapıları var ve temiz duruyorlar. Bu sayede hem gece, hem de gündüz saatlerinde güzel fotoğraflarını çekebiliyorsunuz.

Bu fotoğrafta dikkat çekmek istediğim nokta gökyüzü. Gördüğünüz gibi derin bir mavi renge sahip. Ayrıca iskelenin camlarında da herhangi bir yansıma gözükmüyor. Bu derinliğin ve yansıma eksikliğinin sebebi bu fotoğrafı polarize filtre ile çekmiş olmam.

Polarize filtreler, daha doğrusu dairesel polarize filtreler (Circular Polarizing Filter) sadece belirli yöndeki ışığın geçmesine izin veren tip filtreler. Bu tip bir filtreyi objektifinize taktığınızda ilk farkedeceğiniz şey filtrenin sabit olmadığıdır. Filtrenin ön kısmını döndürebilirsiniz. Polarize filtreler 'yönlendirilmiş' filtreler olduğundan dolayı, vizörden bakarken istediğiniz etkiyi elde edene kadar filtreyi çevirmeniz gerekir.

Bazı lensler, odaklamayı gerçekleştirirken, objektifin ucu döner. Bu durum polarize filtre kullancaksanız sorun çıkartabilir. Bu tip bir lensiniz varsa önce odaklamayı gerçekleştirip, sonra polarize filtrenin ayarını yapmanız gerekir.

Sonuçta, özellikle manzara fotoğraflarında, polarize filtre kullanarak çok daha derin renkler elde edebilirsiniz. Fakat bu filtreyi sadece yeterli ışık olan yerlerde kullanmanızı tavsiye ederim. Koyu renkli bir filtre olduğundan dolayı ışık miktarında düşüşe, dolayısı ile enstantane değerinin artmasına yol açıyor. Yeterli ışık olan ortamlarda sorun yok, fakat ışığın azaldığı durumlarda polarize filtre yüzünden pozlama sorunları yaşayabilirsiniz.

Bir diğer dikkat etmeniz gereken nokta ise panoramik çekimler. Panoramik çekimler yaparken polarize filtreyi çıkarmamız gerekiyor. Aksi takdirde her karenin polarizasyonu farklı olacağından, birleştirme hatalı gerçekleşecek ve iyi görünmeyecektir.





Mesela Arnavutköy'den bu panorama'yı çekmek için, polarize filtremi çıkarttım. Bu fotoğrafı 13 yatay kareden oluşturdum. Orjinal çözünürlük 22745x2042. Birleştirme işini Hugin programı ile yaptım.

Hem yakın hem de uzak öğeler içeren bu tip panoramik fotoğrafları çekerken hareketlere dikkat etmelisiniz. Tam fotoğraf geçiş noktasına denk gelecek hareketli bir araç, panorama çalışmanızın sonunda yarım bir araç olarak kalabilir. Bu yüzden biraz sabırlı davranarak, hareketli objeleri kadrajların ortalarına denk getirmeye çalışmak gerekiyor.

Yakın objeler sabit olduğunda buna dikkat etmenize gerek kalmıyor. Biraz uzaklaşıp yükseğe çıkma şansınız varsa bu tip fotoğrafları daha rahat çekebilirsiniz.





Burası Ulus Park. Arnavutköy'den uzaklaşıp yükseğe çıkınca bu noktaya geliyorsunuz. Bu noktadan görüş açısı daha hoş. 16 adet yatay kare ile yaptığım bu panoramik çekim, Arnavutköy çekiminden daha kısa sürdü. Hareketli cisimlere fazla dikkat etmeme gerek kalmamıştı. Yine de dikkatli bakarsanız, Kuleli Askeri Lisesi'nin önünde aynı gezi botunu iki defa görebilirsiniz :)

Ulus Parkı'ndan yapmış olduğum bu çekim içimde birşeyleri harekete geçirdi. İki köprüyü birden içeren bir gece panorama'sı öekmek hep kafamda vardı. Bunu gerçekleştirebileceğim tek yerin Otağtepe olduğunu düşünüyordum. Fakat orası da tripodlu çekim için 200YTL istiyordu. Ulus Parkı'ndan her iki köprüyü de tam olmasa da görebiliyordum. Boğazın kalanının manzarası da güzel gözüküyordu.

Bu noktaya gece gelmeliydim!!!

İki gün önce Selin'in iş gezisi için Ankara'ya gitmesini fırsat bilerek (hehehe) Seyhan ile gecelere aktık! Ulus Parkı'ndan aynı fotoğrafın gece çekimini gerçekleştirdim. Hem de k20d'min yeni tripodum ile ilk ciddi testi olacaktı!

Ulus parkına vardık ve tripodları kurduk. Gece fotoğrafı çekerken tam güneş battıktan hemen sonraki saatlerde çekim gerçekleştrilirse, gökyüzü lacivert bir renkte çıkıyor. Ben ilk başta odaklamada sorun yaşadığım için tam o koyu ışık anını kaçırdım. Ama yine de çok güzel bir çalışma ortaya çıkıtı.





6 adet yatay kare ile yaptığım bu çekimi hugin ile birleştirdim. Sonunda her iki köprüyü de içeren panoramik bir gece fotoğrafı çekmeyi başarmıştım. Yardımından ve desteğinden dolayı Seyhan kardeşime teşekkür ediyorum :)

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

16 Haziran 2009 Salı

Kedicix

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Haftaiçi fotoğraf çekme şansım olmadı. Haftasonu'nu iple çektim. Cuma akşamından makinemin bataryalarını şarj edip cumartesiye hazırlandım :) Hakikate bela bu fotoğraf işi. İnsan birşeyler çekmeden duramıyor.

Cumartesi günü sabah erkenden Özgür'lere kahvaltıya gittik. Özgür'lerin apartman bahçesinde yaşayan bir sürü ufak kedi var. Tabii görür görmez saldı...eeee yani fotoğraflarını çektim.


(250mm, f/8, 1/250s, ISO 100)

Açık konuşacam ben kedileri çok sevmem. Fakat bu ufaklıklar fazla şirindi. Bu beyaz kedicikin gözlerinin biri yeşil, öbürü de mavi. Son derece orjinal bir kedi. Zaten fazlaca da hareketli. Bir oltanın ucundaki fırdöndüye kafayı takıp, bizlere değişik akrobatik şovlar sundu.


(155mm,f/5.6,1/800s,ISO 160)

Parlak güneş ışığında bembeyaz kedileri çekmek aslında büyük bir sorun. Güneşin sert ışığı nasıl bizim gözümüzü alıyorsa, makinemizin sensöründede güçlü bir etki yaratıyor. Sonuç olarak çektiğimiz beyaz ve detaylı objeler bu parlama yüzünden bütün detaylarını yitiriyorlar. Kedi'nin tüyleri, dalgaların oluşturduğu beyaz köpükler, kuşların kanatları, beyaz gömleğin kumaş deseni ve beyaz tarihi eserlerin detayları, güneş ışığı yüzünden detaylarını kaybedebilecek objelerden sadece birkaçı.

Allahtan makinelerimizin sensörleri bu konuda başarılı. Yeni nesil SLR'larımızda parlak bölgelerin detaylarını korumak amaçlı bir mod var. Benim makinede "D-Range", canonlarda "Highlight tone priority" gibi isimlere sahp olan bu sistem sayesinde gölgelerdeki detaylardan biraz feragat edip parlak noktalardaki detayları önplana çıkarabiliyoruz. Açıkçası pek kullanmadım makinemin bu özelliğini. Bu özelliği açtığınızda makinenin minimum ISO değeri 200'e çıkıyor. Bu da pek istediğim bir şey değil.

Eğer çekimi RAW yapıyorsak bu detayları yeniden kazanma şansımız var. ACR'nin recovery seçeneği ile parlaklıktan dolayı kaybolmuş bir sürü detayı geri kazanabiliyoruz. Ne mutlu bize ki makinelerimiz gözle görülebildiinden daha fazla detay depolayabiliyor. Ayrıca parlaklıktan dolayı oluşan ışık "bulutu"nu da "Clarity" düğmesini pozitif tarafa çekerek yok edebiliyoruz. Özellikle detayları ortaya çıkarmak istediğimizde "Clarity" düğmesi çok işe yarıyor.


(200mm, f/8, 1/100s, ISO 800)

Kedilerimize geri dönersek; ışık azaldığında, hareketi yakalamak daha da zor oluyor. Uygun enstantane değerini yakalamak için ISO'dan feragat etmemiz gerekiyor. Bu kedicik de her ne zannetiyse yaprak ile çok ciddi bir savaş içerisinde.


(230mm, f/8, 1/80s, ISO 800)

Bu ufaklıkta herhalde Shrek'deki "Puss in Boots"adlı kediden daha şirin. Zaten küçükken bütün hayvanlar şirin oluyor. Bu kediciklerin bütün fotoğraflarını görmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Kedilerin fotoğraflarını çektikten sonra uzun bir Bebek -> Arnavutköy -> Ulus gezisi yaptık. Orada da çok güzel fotoğraflar çektim, fakat onlar başka bir yazının konusu ;)

Bu arada geçtiğimz hafta içerisinde Pentax Turkey'e üye oldum. Herhalde dünyanın en canayakın fotoğraf topluluğu Pentax Turkey. Son derece yardımsever ve paylaşımcı üyeleri var. Pentax makinesi sahibi değilseniz bile siteye üye olup, forumları gezmenizi tavsiye ederim. Her türlü sorunuza sıkılmadan ceap veriyorlar ve tecrübelerini paylaşıyorlar.

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

8 Haziran 2009 Pazartesi

Formula 1

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Geçtiğimiz haftasonu İstanbul büyük günlerinden birini yaşadı. Dünyanın en büyük motor sporu organizasyonu Formula 1'in sıradaki etabı, geçen haftasonu İstanbul'da gerçekleşti. Şansıma sponsorlardan birinden(acaba hangisi :P) cumartesi günü sıralama turlarına, Gold tribüne bilet buldum ve tabii ki gidip bol bol fotoğraf çektim.


(29.4mm, f/5.6, 1/800s, ISO 100)

Açıkçası katılım düşüktü. Tribünler boştu. Bu aslında fotoğraf çekmek isteyen bir kişi için iyi bir şey. İstediğim noktaya gidip fotoğraf çekebiliyordum. Ama katılımın bu kadar az olması, bana maalesef ülkemizde motor sporlarının geleceğinin pek parlak olamayacağını gösterdi.

F1 sıralama turlarından önce Porsche Cup sıralama turları vardı. Bu turlar başlar başlamaz hemen tribünün ön tarafına koştum. Amacım olabildiği kadar yakından ve güzel fotoğraflar çekmekti.


(250mm, f/8, 1/1250s, ISO 100)

Porscheler ısınma turlarını atarken ben de ısınma çekimlerimi yapıyordum. Çok fazla panning tecrübem yoktu ve panning tekniği ile fotoğraf çekmek için olabilecek en iyi ortamdaydım. Önce normal "zamanı dondurduğum" fotoğraflar çekmekle başladım.

Bu fotoğrafları çekmek için makinemin P modunu kullandım. Belki de Tv modunu kullanmak daha doğru olacaktı ama ışık miktarını bildikten sonra hangi modu kullandığınızın pek önemi kalmıyor. Ayrıca makinemin D-Range özelliğini de açarak parlak bölgelerde detay kaybının önüne geçtim.

P modu sayesinde aperatür değeri, Entegre MTF tablosu üzerinden, her zaman en yüksek netlik sağlayabileceği değere sabitleniyordu. Bu değere uygun olacak şekilde de Enstantane değerleri hesaplanıyordu.

Normal fotoğraflar ile ısındıktan sonra sıra panning'e gelmişti.


(92.5mm, f/16, 1/40s, ISO 100)

Panning tekniği şu şekilde oluyor: Hızlı hareket eden bir objeyi kadraja oturttuktan sonra deklanşöre basıp, enstantane süresi boyunca objeyi takip ediyorsunuz. Bunu yaparken objenin kadrajdaki yerini bozmamanız lazım. Ciddi miktarda alıştırma gerektiren bir iş.

SLR makinelerin yapısından dolayı deklanşöre bastığınız anda makine içerisindeki yansıtıcı ayna yukarı kalkıyor. Bu andan itibaren enstantane süresi boyunca vizörden hiç bir şey göremiyorsunuz. Bu yüzden panning yaparken kadrajı gözlerinize güvenerek değil, içgüdülerinize güvenerek taşıyorsunuz.


(250mm, f/16, 1/60s, ISO 100)

Yavaş giden arabalar için 1/20, 1/30 saniye gibi değerlerde panning çalışmaları yapılabilse bile, bu Porscheler kesinlikle yavaş değillerdi. 1/40 saniyede düzgün yakalayabilmek çok zordu. 1/60'da anca net sonuçlar elde edebildim.

Bu enstantanede uygun ışığı sağlamak için Manuel modu kullanıyordum. Aperatür değerini f/16'ya kadar kıstım ve ISO'yu 100'e çektim. Bu şekilde uygun çekimler yapabildim.

O güne kadar Formula 1'i sadece televizyondan izlediğim için Formula 1 arabalarının bu Porschelerden sadece biraz daha hızlı olacağını düşünmüştüm.

Ne kadar da yanılmışım!!!

İlk Brawn/Mercedes sıralama turları için piste çıktığında önce ses ile sarsıldım. Araçların çıkardıkları ses miktarı bir anda beni kendime getirmişti. Zaten o beyaz/sarı araba pit alanından piste çıktığı anda, şu ana kadarki yaptığım ısınmaların boşuna olduğunu farketmiştim. Asıl şoku aynı araba neredeyse bir dakika sonra, bütün pisti bitirip tekrar önümden geçtiğinde yaşadım!!

Bu arabalar biraz fazla hızlıydı!!!


(230mm, f/8, 1/2000s, ISO 400)

Önce normal pozlar ile başladım. Enstantane hızını 1/1000'in üzerinde tutmak için bazı pozlarda ISO'yu 400'e çıkardım. Pentax k20d nin ISO 400 performansı çok başarılı olduğundan fotoğraflarda pek gürültü oluşmadı. SLR'ların deklanşör gecikmesi çok kısa olduğundan dolayı bu tip fotoğraflarda çok daha başarılı sonuçlar alınabiliyor. Deklanşöre bastığınız anda ayna kalkıyor ve fotoğrafı çekebiliyorsunuz.

Zaten araba önünüzden geçerken tek bir fotoğraf çekmiyorsunuz. Sürekli çekim modunda deklanşöre basılı tutup birden çok fotoğraf çekiyorsunuz. Ne çıkarsa bahtınıza :)


(250mm, f/8, 1/1250s, ISO 400)

Mesela bu fotoğrafın kadraja bu kadar tam oturmuş olması tamamen şans. Yoksa mümkün değil kadrajı tam oturtup da takip etmek. Zaten kadrajı da bu kadar doldurmamak da lazım :)

Bu noktadan sonra panning denemelerine başladım. 1/60 enstantane süresi ile denemelerim genel olarak hezimetle sonuçlandı. 1/60 saniye içinde araçlar o kadar uzun bir yol alıyorlardı ki, size göre olan açıları değişiyordu. Bu yüzden istediğiniz kadar sabitlemiş olun, aracın önü ve arkasında netlik kaybı oluşuyordu.


(250mm, f/16, 1/60s, ISO 100)

Bu yüzden kısa süre sonra 1/60s ile denemekten vazgeçtim. Enstantane değerini 1/80s'ye ayarladım. 1/80'de bile yakalamak oldukça zordu. Fakat artık alışmıştım. Sıralama turlarının sonuna doğru yaklaştıkça daha başarılı fotoğraflar çekmeye başladım.


(120mm, f/16, 1/80s, ISO 100)


(77.5mm, f/16, 1/80s, ISO 100)

Günün sonu geldiğinde 400 deklanşör geçmiş, kulaklarım duymaz olmuştu. Fakat kesinlikle değmişti. Bir çok güzel fotoğraf çekmiştim. (Bu fotoğrafların hepsine buraya tıklayarak erişebilirsiniz)

Sıralama turlarını kimin kazandığını ise hala bilmiyorum :)

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

4 Haziran 2009 Perşembe

Yıldızların Altında

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Çok şanslıyım çünkü İstanbul'da yaşıyorum. İstanbul bir fotoğrafçının çekmek isteyebileceği en güzel manzaralara sahip olan bir şehir. bu manzaraların başında da iki kıtayı birbirine bağlayan Boğaziçi köprüsü geliyor.

Boğaziçi köprüsü gündüz bir başka güzel, gece bir başka güzel oluyor. Devasa boyutuna rağmen zarif görünümü ile İstanbul'un en güzel süslerinden biri olan Boğaziçi köprüsü, gece olduğunda ışıl ışıl oluyor. Her akşam köprü üzerinde bulunan renkli ışıklar yakılığ söndürülerek ve renkleri değiştirilerek değişik ışık gösterileri gerçekleştiriliyor. Bu gösteriler şehrin gece ışıkları ile bir araya gelip son derece ahenkli bir görüntü oluşturuyorlar.


(50mm, f/2.5, ISO100, 1.6s/6s/25s)

Örneğin bu fotoğrafı çoook önceden Canon Eos 400d ile çekmiştim. O gece yanımda tripod olmadığından dolayı fotoğraf makinesini arabanın kaportasının üzerine yerleştirip o şekilde fotoğrafladığım, ve bu sebeple orjinali çapraz olan bu manzara , tahmin edebileceğiniz gibi HDR bir çalışma. 3 değişik pozlamayı birleştirerek elde ettiğim bu fotoğraf çok sevdiğim bir fotoğrafımdır.

Yine benzer güzelleikte bir fotoğraf çekmek için geçtiğimiz cumartesi günü akşamı, arkadaşım Kenan ile birlikte Çengelköy'de buluştuk. Amacımız Çengelköy tarafından boğaziçi köprüsünün güzel fotoğraflarını çekmekti. Fakat şansımız pek yaver gitmedi.Kuzeye bakan kısımdaki köprü ışıkları bozulmuştu. Ayrıca Çengelköyün deniz trafiği çok hareketliydi. Uzun pozlama gece fotoğrafları için bu istenen bir durum değil çünkü pozlama esnasında kadraja değişik tekneler ve vapurlar girebiliyor. Bu da kadraj bütünlüğünü bozuyor.

Şunu da farkettim ki, deniz seviyesinden çekilen fotoğraflarda deniz trafiğinin rahatsız edici olması ihtimali daha yüksek. Yine de bir kaç güzel poz yakalamayı başarmış olsam da, evde fotoğrafları bilgisayarıma aktarırken yaşadığım bir facia o haftaki bütün fotoğraflarımı kaybetmeme sebep oldu. Fotoğraflarımı kopyaladığımı sanarken sadece bir kısmını kopyalamış olduğumu maalesef fotoğrafları makineden sildikten sonra farkettim!!

Ama bu beni yıldırmadı. Yeni makinem ile henüz güzel bir geece çekimim yoktu! Sonunda dün ev halkımı evde bırakıp, tek başıma fotoğraf çekmeye çıktım. Üç kriterim vardı. Köprünün güney tarafından, yüksekten ve Avrupa tarafından fotoğraf çekmek istiyordum. O saatlerde trafik hakkaet çekilmez olabiliyor.

Bu üç kritere uygun aklıma gelen ilk yer Selin'lerin Ortaköy'deki eski evinin yokuşuydu. Dereboyu'ndan yıldıza çıkan bu yokuştan Boğaziçi köprüsü çok güzel gözüküyordu.


(50mm, f/11, ISO 100, 13s)

Bu fotoğraf RAW olarak çekildi, croplandı, PS'de sharpening uygulanıp, Neat Image ile gürültü temizlendi.

Bu fotoğrafı çektikten sonra arabayla yokuşun sonuna kadar çıkıp, yıldız parkının girişine geldim. Bu noktadan da şu fotoğrafı çektim.

-
(120mm, f/8, ISO 100, 30s)

Bu fotoğrafın normal hali biraz aşırı pozlanmış durumdaydı. Bu sebeple RAW dan export ederken aydınlığı kıstım.PS'de sharpening + Neat Image. Bir de PS'in otomatik çerçeve ekleme modülünü denedim :)

Bu fotoğrafı da çektikten sonra yıldız parkının içerisinde dolaşmaya ve bütün köprüyü kadraja alabileceğim bir nokta aramaya başladım. Aramam uzun sürmedi....

....çünkü parktaki köpekler tarafından kovalandım!!!!

Fotoğrafçılık tehlikeli iş. Gecenin bir saatinde tek başına fotoğraf çekmeye uğraşmak da cesaret istiyor :) O yüzden sizinle birlikte fotoğraf çekip sıkılmayacak arkadaşlar bulmak lazım.

Sonuç olarak yavaş yavaş gece çekimi işini çözmeye başladığıma inanıyorum. Hala tam çözemediğim noktalar da var. Mesela bazı fotoğraflarda ışıklar, parıldayan yıldızlar gibi çıkıyor. Bildiğim kadarıyla bu kısık aperatürün bir etkisi. Görüntü olarak benim hoşuma gidiyor fakat bir türlü tam gerçekleştiremedim.

İkinci sorunum ise netlik. Sanrım bu gece fotoğraflarında autofocus a pek güvenmemek lazım. Aperatürü kısıp, hızlı bir hiperfokal uzaklık hesabı yapıp(Hiperfokal uzaklığın ne olduğunu hatırlamak için Kavak yelleri yazıma bakabilirsiniz.) ona göre manual fokuslamak lazım galiba.

Bir diğer sorun ise tripod. Dandik sayılabilecek bir tripoda sahibim. Tripodum, makinemden daha hafif. Dolayısıyla en ufak rüzgardan veya hareketten etkilenebiliyorum. Bu da netlik kaybına yol açıyor.

İnşallah önümüzdeki günlerde kadraja tüm köprüyü sığdırıp sizlerle paylaşacağım. O zaman kadar:

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

1 Haziran 2009 Pazartesi

Martılar

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Yeni makinem geldiğinden beri martılara merak saldım. Eskiden çekmeye çalışıp da 18-55'imle çekemediğim, 75-300'ü de takmaya üşendiğim için poz yakalayamadığım martıları, yeni 18-250mm lensim ile çok daha rahat yakalayabiliyorum. Fakat hareket eden kuşun fotoğrafını çekmek gerçekten zorlu bir işmiş.

Kuş fotoğrafçılığı zaten kendi başına ayrı bir fotoğrafçılık dalı. Güzel kuş fotoğrafı çekebilmek için, güzel bir tele objektife, sağlam bir makinaya ama herşeyden önemlisi yüksek miktarda sabra ihtiyacınız var. Benim için şu anda kuş fotoğrafı çekmek, kuşu havada gördüğümde odak uzunluğunu arttırıp, kadraja alıp, odaklayıp deklanşöre basmaktan ibaret. Fakat bu işle ciddi şekilde ilgilenen kişiler, sabit odak uzunluklu, hızlı ve net objektifleri ile, sadece kuş çekmek için değişik kuş türlerinin bulunduğu bölgelere geziler düzenliyorlar.

Tabii benim bu tip bir iddiam yok. Ama çektiğim fotoğrafların güzel çıkmasını istiyorum. Özellikle kuş fotoğraflarına keskin görüntü çok yakışıyor. Bu yüzden normal RAW çevrimine ek olarak, kuş fotoğraflarında bir parça keskinleştirme de uygulamaya karar verdim.


(250mm, ISO 400, f/8, 1/2500s)

Mesela bu görüntü 100% yakınlaştırılmış ve keskinlik uygulanmamış bir görüntü. Fotoğraftaki martı bayağı uzaktaydı. Ben de çekimi 250mm odak uzunluğu ile yaptım. Buna rağmen martı kadrajın çok ufak bir kısmını oluşturuyordu. Bilgisayarda 100% yakınlaştırıp cropladığımda (kesme işlemi) bu görüntü ile karşılaşıyordum.

Keskinlik görsel bir olay. Lokal olarak sert ton geçişlerindeki geçiş şeridinin kontrast değerine keskinlik diyoruz. Zaten genel olarak kontrastı yüksek bir fotoğrafa baktığımızda bile keskin gözüktüğünü söyleyebiliriz. Tüm resmin kontrastını ayarlamanın yanısıra, bilgisayar programları resmin kenarlarını, ve köşelerini "bulup" bu noktalara da özenle kontrast uygulayabiliyorlar. Bu işleme "Keskinleştirme" (Sharpening) deniyor. Yukarıdaki fotoğrafı "keskinleştirdiğimizde" bu sonucu alabiliyoruz.


(250mm, ISO 400, f/8, 1/2500s)

Keskinleştirme işlemini bu örnekte ACR(Adobe Camera Raw) üzerinden yaptım. ACR, Photoshop'un RAW dosyaların çevriminde kullandığı arabirimin adı. Bundan sonraki yazılarımda sıklıkla kullanacağım bir kısaltma. ACR'nin 4 skalalı bir keskinleştirme arabirimi var. Bu skalalarla oynayarak fotoğrafımızı daha keskin hale getirebiliyoruz. Her işlemde olduğu gibi bu işlemde de aşırıya kaçmak fotoğrafı bozuyor. Uygun miktarda keskinleştirme uygulamak çok güzel sonuçlar verebiliyor.

Tek sorun keskinlik de değil. Eğer yüksek enstantane değerlerine ihityacınız varsa ve/veya benim gibi ISO değerini biraz yukarıda unutmuşsanız bembeyaz martıların üzerinde gürültü problemi de yaşayabiliyorsunuz.


(155mm, ISO 400, f/11, 1/3200s, Keskinleştirilmiş)

155mm'de ne işin vardı demeyin. Daha yeni yeni alışıyorum fotoğraf makineme. Hem 250mm'de kuşları yakalamak çok zor. Bir de makineyi 400 ISO da unutunca bayağı gürültülü bir fotoğraf oldu.

Aslında makinenin ISO 400 deki performansı çok iyi. Sorun ışık ölçümünden kaynaklanıyor. Arka planda çok ışık olduğu için, arka planı aşırı parlamayacak şekilde çıkarmak adına, ön planı karanlık bırakıyoruz. Sonra RAW'dan çevirirken öndeki objenin detaylarını ortaya çıkarmak için aydınlığı arttırınca bu bölgede gürültü ön plana çıkıyor. Ayrıca keskinleştirme işlemi bu gürültülerin de artmasına yol açabiliyor.

Allah'tan Neat Image var!


(155mm, ISO 400, f/11, 1/3200s, Neat Image + Unsharp Mask)

Photoshop Neat Image Plug-in kullanarak gürültüyü aldıktan sonra, Filters->Sharpen->Unsharp Mask uygulayarak fotoğrafı çok daha net ve berrak hale getirebiliyoruz.

Her ne kadar dijital karanlık odamız bize gerçekten çok yardımcı olsa da fotoğrafın doğasına karar verdiğimiz an çekim anı.


(155mm, ISO 400,f/8, 1/2000s, Neat Image + Unsharp Mask)

Kuş fotoğrafı çekeken dikkat edildiğinde iyi sonuç veren bir diğer nokta ise çekimi yaptığınız açı. Kısıtlı tecrübem ile söyleyebilirim ki: "Ne kadar çapraz o kadar iyi". Mesela bunun gibi yukarı doğru çekilmiş fotoğraflarda kuşlar çok abuk subuk figürlerde çıkabiliyor. Özellikle gagalar bence kötü çıkıyor.


(230mm, ISO 400, f/8, 1/1600s, Neat Image + Unsharp Mask)

Bunun gibi düz karşıdan çekildiği zaman da derinlik kaybı oluyor. Yine de tam aşağıdan çekmekten daha iyi.


(230mm, ISO 400, f/8, 1/1600s, Neat Image + Unsharp Mask)

Mesela martı alçak uçuş yaparken yüksek bir noktadan yapılan üst çaprazdan çekim fena olmuyor.


(250mm, ISO 200, f/8, 1/1000, ACR Sharpen)

Alt çaprazdan süzülme anını yakaladığınızda da güzel fotoğraflar elde edebiliyorsunuz.


(220mm, ISO 200, f/8, 1/1000, ACR Sharpen)

Bazen de resmen martılar havada durup poz veriyorlar.

Sonuç olarak bana yeni eğlence çıktı. Bir gün hususi kuş çekmek için ben de geziye çıkacağım. Fakat daha o güne var. Daha güzel kuş fotoğraflarında buluşmak üzere.

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Pentax'la canım Pentax'la

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Hafta başında yeni makinemi aldıktan sonra haftasonu'nu iple çektim! Arada bir sürü deneme çekimi de yaptım, fakat evde kapalı ortamda çektiğim resimler son derece sıkıcı oluyordu. Bir gece Otağtepe'ye fotoğraf çekmek için gittim fakat tripod ile içeri girmeye kalktığımda benden giriş ücreti olarak 200YTL istediler.

Belki başka bir gün bu ücreti ödeyebilirim. Çünkü verilen para Tema vakfına bağış olarak gidiyor. Ülkemizde yeşil korumak ve arttırmak adına çalışan bu vakıfa aslında daha çok ilgi gösterip bağış yapmamız lazım.

Haftasonu geldiğinde ise yeşilin bol olduğu başka bir yeredeydik. Sarıyer'in kuzeyinde, Koç Üniversitesinin ilerisinde ufak bir balıkçı köyü olan Garipçe'ye kahvaltı etmeye gittik.



Garipçe eskiden çok daha sessiz ve sakin bir yermiş. Biz gittiğimizde sahil kenarındaki restoranlar doluydu. Yine de deniz kenarında bir masa bulup kahvaltı edebildik.

Kahvaltı biter bitmez ise hemen Seyhan ile birlikte çekimlere başladık. Yeni makinemin neler yapabileceğini merak ediyordum. İlk adım renkleri kontrol etmekti:



Görüldüğü gibi teknenin, bayrağın ve çevrenin renkleri son derece canlı ve net çıkmış durumda. Ayrıca yüzde yüz yaklaşıldığında bile netlik ve renklerde kayıp yok denecek kadar az.



Benim bu fotoğrafa etkim aslında hiç olmadı. Sadece makineyi P moduna ayarladım, kadrajı ayarladım ve düğmeye bastım. Her ne kadar makinenin herşeyi kendi ayarlaması bir çok fotoğrafçı için mantıksız gözükse de, bu makinede durum biraz değişik. Pentax k20d'nin P modunda hangi kriterlere göre karar vermesini istediğinizi belirtebiliyorsunuz.

Kullandığım lens Pentax SMC DA 18-250mm f/3.5-6.3. Bu lensin içinde kendi MTF veri tablosu mevcut (MTF'nin ne manaya geldiğini hatırlamak için iki önceki yazıma bakabilirsiniz). MTF tablosu ile birlikte, herhangi bir andaki odak uzunluğu bilgisi de lens üzerinden gövdeye aktarılıyor. Eğer makineninizin P modu ayarını MTF öncelikli ayara alırsanız, her odak uzunluğu için en net aperatür değerini makineniz otomatikman seçiyor.

Daha basit anlatmam gerekirse: P modunda lens mümkün olan en net aperatür değerinde çalışıyor. Tabii ki bu değere müdahele etmek de elinizde arka tekerlek ile aperatürü, ön tekerlek ile de enstantane hızını değiştirebiliyorsunuz.

İsterseniz ISO değerini de otomatiğe bağlayabiliyorsunuz. Auto ISO konumunda hangi değerler arasında ISO değerini seçmek istediğinizi belirtebiliyorsunuz. Bu sayede aşırı karlanma durumundan kurtulmuş oluyorsunuz. Ben makinemi ISO 100-800 aralığında oto'ya ayarladım. Bu sayede ışık olduğu sürece ISO 100'de kalan makinem, ışık azaldığında önce ISO yu kısıyor, eğer o da yetmezse anca o zaman enstantane değerini düşürmeye başlıyor.

Kısacası, makine sizin belirttiğiniz kriterleri kullanarak sizin alacağınız kararları otomatikman alabiliyor. Bunun neresi fotoğrafçılık demeyin. Kriterlerin kontrolü sizin elinizde. Biraz kullandıktan sonra farkedeceksiniz ki sizde olsanız aynı değerler ile fotoğraf çekerdiniz. Örneğin yukarıdaki fotoğraf 23mm odak için f/5 aperatür ile ISO 100'de 1/500s enstantane ile çekilmiş. Ben de seçsem zaten bu değerleri seçerdim.

Bu fotoğrafı çektikten hemen sonra, 18-250 lensin uzak ucunu denemeye karar verdim. Balıkçı köylerinin daimi sakinleri Garipçe'de de oldukça fazlaydı. Martılardan bahsediyorum. Garipçe martıları bana, yeni lensimin telefoto ucunu kullanabileceğim güzel pozlar veriyorlardı.



Önce bu fotoğrafın çekim değerlerini belirtmek istiyorum. 220mm odak uzunluğunda, f/8 aperatür değeriyle, 1/1000s enstantane ile çekilmiş bu fotoğrafın ISO değeri 200. ISO değerinin 200 olmasının sebebi, makinenin d-range seçeneğinin aktive edilmesinden dolayı kaynaklanıyor. Makinenin ISO menüsünden aktif hale getirebileceğimiz bu değer sayesinde, sert ışıkta bile aydınlıkta kalan noktaların detaylarını kolay kolay kaybetmiyoruz. Fakat bunun için ISO 100 değerinden feragat etmemiz gerekiyor.

Ben fotoğrafı çekerken güneş acımasızca parlıyordu. Pozlama telafisi kullanıp daha düşük pozlama değeri ile çekseydim, martı karanlık kalacaktı. D-Range sayesinde güneşin parlayıp beyaz yansıma oluşturduğu çoğu noktanın detaylarını korurken, gölgelerden de feragat etmemiş oldum.

Sahil kenarında çektiğimiz fotoğraflardan sonra, Garipçe'nin yukarısında kalan surlara doğru bir yürüyüş gerçekleştirdik. Yukarı çıktığımızda şahane bir manzara ile karşılaştık.





Bu panoramik görüntü düşük çözünürlükte bir kopya. Asıl dosya çok daha büyük ve 10 adet dik fotoğrafın birleşiminden elde edildi. Yaklaşık 270 derecelik bir görüş alanında hem Boğaz'ın Karadeniz girişini, hem de Garipçe'yi aynı anda görebiliyorsunuz. Bu çekimde eskiden çektiğim panoramaların aksine M modu yerine P modunu kullandım. Amacım RAW karelerin ışığıyla ne miktarda oynayabileceğimi, ışıkları eşitlemek için ne kadar uğraşmam gerektiğini görebilmekti.

Pentax kameraların iki adet RAW seçeneği var. Biri Pentax'a ait olan PEF uzantıl dosyalar. Öbürü ise Adobe'nin piyasa standardı DNG (Digital Negative) dosyası. DNG seçeneğinin olması çok hoşuma gitti. Diğer kameraların dosya formatları karışık olabiliyor. Örneğin Canon makineler .CR2 uzantılı dosyalar kaydetse de her CR2 uzantılı dosyanın yapısı aynı olmuyor. Örneğin 400d ile birlikte gelen Digital Photo Professional yazılımı, 50d ile kaydedilmiş CR2 dosyalarını açmıyor. DNG de versiyon uyumu sorununuz yok. Şimdi de gelecekte de DNG dosyalarını her zaman okuyabileceğiniz Adobe programları olacak. Fakat bundan 10 sene sonra Canon Eos 350D ile çekilmiş RAW fotoğraflarınıa bakmak istediğinizde belki de yazılımınızın bu eski formatı desteklemediğini göreceksiniz.

Pentax makinesinin RAW seçeneklerinin arasında DNG'yi eklemekle çok güzel bir iş yapmış olsa da, makine ile birlikte gelen yazılım malesef çok kullanışsız. DPP'ye alıştıktan sonra resmen kullanamadım Pentax Photo Laboratory'yi. O yüzden Adobe Bridge kullanmaya başladım. Tüm Pentax kullanıcılarına tavsiye ederim. Bir yerden bir şekilde Adobe Photoshop CS4 edinme şansınız varsa edinin. Gördüğüm en başarılı RAW işleme programı diyebilirim.

Garipçeden sonra Dalya sahiline gittik. Sahilde pek işimiz olmadı, direkt dağa taşa çıktık. Oradan da bir panoramik çekim yaptım.





Bu seferki 360 derece. İki panoramik görünüden de görebileceğiniz gibi ışık konusunda pek zorlanmadım. Fakat bunun sebebi Hugin yazılımının ışık geçişlerini çok iyi ayarlayabilmesi. Pentax makinede ışk ölçümü konusunda dikkatli davranmak gerekiyor.Açıkçası ben makinenin ölçtüğü ışık değerlerini genel olarar 1 tam durağa yakın düşük buldum. Pozlama telafisi +1'de çektiğim fotoğraflar genel olarak daha canlı ve parlak çıkıyorlardı.

Bir başka dikkat edilmesi gereken husus ise nereyi pozladığını bilmekti. Bir çok durumda ortalama ışık değeri ölçümü yerine nokta(spot) ölçüm yaparak daha başarılı sonuçlar elde ettim.

Fotoğraf çekerken ışık ile oynamak çok zevkli. Özellikle güzel bir modeliniz ve uygun coğrafyanız da olunca çok güzel çalışmalar çıkartabiliyorsunuz.



Bu fotoğrafta pozlamayı nokta ölçüme ayarlayıp güneşi pozladım. sonra AE-L tuşuna basarak pozlama değerini kitleyip, Selin'i güneşin önüne alıp bu şekilde fotoğrafı çektim. 22mm odak uzunluğu, f/7.1 aperatür değeri, 1/3200s enstantane değeri ve ISO 100'ile çekilen bu fotoğrafta, Selin nerdeyse tamamen karanlık çıktı. Sonradan RAW'dan çevirirken gölgeleri biraz daha karartarak tam silüet elde ettim. Son derece hoş bir fotoğraf oldu ve şu anda masaüstü arkaplanımı süslemekte.

Tepelerden sahile geri dönerken, bulunduğumuz bölgede bir çok kelebek olduğunu gördük. Lensimin az da olsa makro olanağının olduğunu bildiğimden hemen bu kelebeklerin fotoğraflarını çekmeye başladım.



Makro çekim, ufak objelere olabildiği kadar çok yaklaşıp, btün detayları ile çekme sanatına deniyor. Makro etiketli lensleri gerçekten objelere çok yaklaştırıp kullanabiliyorsunuz. Normal günlük kullanım lenslerinin minimum odak uzaklığı 30-40 cm iken, makro lenslerde objenizin dibine kadar girebiliyorsunuz.

Daha makro konusunda çoook acemi olmama rağmen bazı şeyleri öğrenme fırsatı buldum. Öncelikle makinemin herhalde kullanmam dediğim Live-view modunu kullanmanın neden gerektiğini anladım. Benim lensimin minimum odak uzunluğu 42cm. 250mm odak uzunluğuna getirdiğimde f/8 aperatür için alan derinliğim 0.4mm!! Bu dar alan derinliğini autofocus ile yakalamak gerçekten çok zor. Vizörden baktığınızda gördüğünüz görüntü ise netlik konusunda çok yardımcı olmuyor.

Yani kısacası manual odaklama yapmak gerekiyor ve bu odaklamayı da vizörden değil, Liveview ekranından yapmanız gerekiyor. Liveview ekranı, seçtiğiniz ayarlara göre diyaframı kısar ve alan derinliğini tam olarak görmenizi sağlar. Ayrıca Liveview açık iken dijital olarak fotoğrafa yakınlaşabilirsiniz. Her ne kadar bu yakınlaşma çok net olmasa da, odaklamanın olup olmadığı konusunda size genel bir fikir verecek kadar detaylıdır.

Bu noktadan odaklamayı hallettiğinizde geriye bir tek deklanşöre basmak kalıyor. Otofokus'da iyi sonuçlar veriyor. Fakat gördüğüm kadarıyla manual kadar net olmuyor.

Dalya gezimizi bitirdikten ve bir çok fotoğraf çektikten sonra, Uzunya'ya geçtik.





Bu manzara eşliğinde balığımızı yedik, rakımız içtik ve evimize döndük. Gezinin diğer fotoğrafları için bu bağlantıdan faydalanabilirsiniz.

Sonuç olarak yeni makineme alışmaya başladım. Bu haftasonu çektiğim fotoğraflar gelecekte çekeceğim güzel fotoğrafların da habercisi. Bu hafta Suriye'de olacağım. Haftaya görüşmek üzere.

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->